Erzurum’dan Sakarya’ya Vefa ve Kardeşlik
Dünya işlerinden başımızı kaldırıp baktığımız zaman, hayatımızın ilginç bir şekilde kendi parmaklarımızın arasından akıp gittiğini göreceğiz.
Elinizde içi su dolu çatlak bir sürahi tuttuğunuzu düşünün.
Sürahinin suyu çatlaklardan her hâl ve şartta sürekli akıyor, akışa engel olamıyorsunuz.
Bu suyu isterseniz tohum ekip, fide diktiğiniz toprağa tutar; ekinler, meyveler, sebzeler yetiştirir, hem kendinize, hem de insanlığa ve hayvanlara faydası olan işler yapmış olursunuz ve ölünce de iyi bir insan olarak anılırsınız. İyilik sürdükçe, siz bu dünyada olmadığınız halde o iyilikten sevabınızı alırsınız.
Eğer böyle yapmaz da kötülük ekerseniz, elinizdeki çatlak sürahiden akan su ile kötülük yetiştirirsiniz ve hem siz kötü biri olarak hatırlanır, hem de sizden sonraki nesiller kötülük içinde yaşadıkça, onların da günahından siz sorumlu tutulursunuz.
Peki, diyeceksiniz ki, ilginç olan neresi bunun?
İlginç olan şu ki; çatlak sürahinin içindeki su da sizsiniz, sizin hayatınızdır; eli ile sürahiyi tutan, onu yöneten de sizsiniz.
Rahmetli Kemal Bıyıkoğlu Hoca bir rektör olarak Erzurum’un mümbit topraklarına öyle bir tohum atıp suladı ki, oradan Türkiye’ye ve Dünya’ya örneklik teşkil edecek çok güzel bir nesil yetişti.
Hocasıyla, öğrencisiyle, halkıyla birbirine ve insanlığa karşı vefalı, inançlı, sağlam karakterli ve erdemli bir nesil.
Bu nesil geçen 23 Temmuz 2022 Cumartesi gününden başlamak üzere 25 Temmuz Pazartesi gün bitimine kadar üç gün, mezuniyetlerinden yarım yüzyıl sonra Sakarya’da buluştular.
Yaşları yetmişlere dayanmış olan ak yüzlü, ak saçlı ve ak sakallı bu güzel insanların birçoğu hoca, hocaları ise hocaların hocası olmuştu.
Hocaların hocasının bir kısmı belki aralarında yoktu; kimi dünyasını değişmiş, kimi artık yürüyemez olmuştu.
Fakat vefa numunesi ak sakallı bu gençlerin hepsi de; Halis Emek, Yusuf Ziya Kavakçı, Raşit Küçük, İhsan Süreyya Sırma, Ahmet Polat, Ruhi Özcan, Şerafettin Gölcük, İbrahim Erol Kozak, Ali Şafak, Mustafa Ağırman, Nazif Şahinoğlu, Ersin Nazif Gürdoğan, Beşir Atalay, Seyit Mehmet Şen.. ve daha nicelerinin emeği, çilesi ve alın teri ile yetişmiş bir nesildi.
Mezuniyetlerinden beri ortalama elli yıl geçmiş olmasına rağmen birbirleri ile Erzurum, İstanbul, İzmir başta olmak üzere birçok ilde 21. defa buluşmuşlardı.
Son derece iyi planlanmış, iyi organize edilmiş, çoğu kimsenin eş, çocuk ve torunları ile katıldığı bu vefa buluşmasında hemen hemen hiçbir aksilik yaşanmadı.
Her biri daha bıyıkları terlememişken, Anadolu’nun köy ve kasabalarından kopup, 1970’li yıllarda Erzurum’da Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) çatısı altında buluşmuş, o kanlı yılların tesirinden kendilerini korumuş, fakültelerinden mezun olup yine Anadolu’nun her köşesinde hizmet etmiş ve şimdilerde 70’li yaşlarına ayak basan bu insanlar gerçek vefa ve kardeşliğin yaşayan birer temsilcisi olarak buluştular.
O yıllar, şimdiki genç kuşakların hayal edebileceği yıllar değildi.
Bir günde ortalama yirmi genç fidanımız, sağ-sol çatışması ile toprağa düşüyordu.
Okullar yarıda bırakılıyordu.
Güvenlik güçleri ve bütün meslek grupları iki veya üç karşıt grup halinde birbiriyle çatıştırılıyordu.
Gerek hocalar ve gerekse MTTB Başkanları Mustafa Ateş, Mustafa Söke, D. Hasan Aktürk, Salih Akverdi, Ömer Dinçer, Hüseyin Selçuk, İzzet Uzun gibi ileriyi görebilen fedakar insanların gayreti ile gençler, olayların, düşünce ve fikir olarak içinde, fakat eylem olarak dışında tutuldu ve mezun edildiler.
Her gün okullarına canı avuçlarında gidip gelen bu gençler kardeş olmayı, vefayı, diğerkâmlığı, kardeşinin yerine canını ortaya koymayı o yıllarda öğrendi.
Kamplaşmanın, acının, gözyaşının içinden öğrenerek, pişerek, okuyarak ve dimdik ayakta kalarak çıkan bu insanlar, sevgi medeniyetinin ve yürek devletinin kozasını sabırla ördüler.
Her biri yıldızlar gibi olan sahabenin izinden yürüdü.
İz sürdüler.
İz oldular.
İz açtılar.
Fakat eğilmediler.
Yorulmadılar.
Bıkmadılar, vazgeçmediler.
Ve bir döneme damgasını vurdular.
Ve nihayet alnı açık, yüzü ak yaşamış olarak bir araya gelip, hasret giderdiler.
Yetim ve öksüz bir çocuk olarak hayata başlamasına rağmen, yeryüzü aydınlansın diye ömrünü insanlığa adayan o büyük ‘yetim’in yolundan yürüyen, yetimleri doyuran, giydiren ve Afganistan dağlarında şehadete koşan Bahattin Yıldız için Fatiha okundu.
Sorbonne'da doktorası yarım kalan Malik Akbaş için, 132’ler olayında otuz-kırk kişilik grubun saldırısına uğrayan, vücudunun her yanına, özellikle, kafasına tekme darbeleri alan Nihat İrice için, elim bir olayda vücudu paramparça olan Hacı Sefa Eryağan için Fatiha’lar okundu.
Aynı olayda iki gözünün de görme yeteneğini kaybeden ve Tebriz zindanlarında yıllarca yatan İsa Polat için dualar edildi.
Diktatör Kenan Evren’in 12 Eylül 1980 darbesinde bir grup arkadaşıyla birlikte çıkardığı sanat ve edebiyat dergisi kapatılıp, hapse atılan Ahmet Kara için, şüpheli birer trafik kazasında kaybettiğimiz Ruhi Özcan, Abdurrahman Koyunoğlu ve Kubilay Örten için fatihalar gönderildi.
Ayşe Özel, İbrahim Yekeler, Mahmut Balcı, Kınyas Tanı, İlyas Arslan, Nedim Çeker.. ve aramızdan ayrılmış olan daha onlarca Erzurum MTTB mensubu anıldı.
Kürsüde, koridorlarda, koltuklarda, kuyruklarda birbirine sarılan, gözleri pırıl pırıl ışıldayan ağzı dualı bu insanlar bir yandan hasret giderdi, bir yandan Abdurrahman Gazi, Nene Hatun, Kâzım Karabekir, Alvarlı Lütfi Efe, İbrahim Hakkı ve hatta 1923’te genç bir edebiyat öğretmeni olarak Erzurum lisesine atanan Ahmet Hamdi Tanpınar’dan söz ederek, onları rahmetle ve minnetle yâd ettiler.
Üç gün boyunca Erzurum, canlı ve somut bir şehir olarak Sakarya’da yaşandı.
Tebriz Kapı’dan Telsizler’e, Kars Kapı’dan Ulu Camiî’ye, Selçuk yurdundan Erzincan Kapı’ya, Kurşunlu Camiî’den üniversite yurtlarına, Yoncalık’tan Lala Paşa Camiî’ne.
Hele Lala paşa, hele Lala paşa..!
Tan vakti ağarmadan genç ve hararetli alınlarımızı yıllarca soğuk halılarında dinlendirdiğimiz ve şehitlerimizi uğurladığımız Lala Paşa Camiî, hatıraların adeta merkezine yerleşti.
Bu sene yapılan bu mükemmel kardeşlik ve vefa toplantısının ev sahibi, kendisi de Erzurum’dan, Ziraat Fakültesi mezunu olan Sakarya Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem Yüce oldu.
Son derece beğenilen ve alkışlanan güzel bir konuşma yaptı.
Daha sonra Sakarya’nın iki değerli rektörü konuştu.
Toplantının onur konukları ve hocaların hocası iki güzel insan, İhsan Süreyya Sırma ve Şerafettin Gölcük hocalar da hatıra ağırlıklı birer konuşma yaptılar.
Bu sene Sakarya’da yapılan vefa toplantısında üç şey beni çok etkiledi:
Birincisi, yıllardır belalı bir hastalıkla boğuşan Erzurum tıp mezunu Abdurrahman Bayındır’ın, Sefer Sarı’nın ısrarı, eşi, fedakar kardeşimiz Fatma Hanım ve oğulları Erkam’ın gayreti ile toplantının yapıldığı kongre salonuna getirilmesi ve onun, öğrencilik yıllarındaki ev arkadaşları ile duygulu karşılaşmaları ve karşılıklı olarak hüzün dolu hatıralarını yâd etmeleri.
İkincisi ise, yöneticiliğini dernek başkanımız Salih Akverdi’nin yaptığı, gazeteci, yazar, eğitimci Orhan Arslan, Milli Eğitim Bakan Yardımcısı Nazif Yılmaz ve emekli milletvekili, Belediye Başkanı Şevki Yılmaz’ın katıldığı paneldeki bir konuşmanın salonu gözyaşlarına boğması oldu.
Doğrusu ben, yıllarca yakından tanıdığım başkanımız Salih Akverdi’yi gözyaşlarını hep içine akıtan biri olarak bilirdim.
Şevki Yılmaz Bey konuşmasında; Başbakan Adnan Menderes’in Fransa’da bir lokantada bulaşıkçılık yapan İkinci Abdülhamit Han’ın kızı Ayşe Sultan’la karşılaşmasını naklederken, Salih Başkan’ın da ilk defa ağladığını ve gözyaşlarını sildiğini gördüm.
Üçüncüsü de, koridorda hararetli sarılmalarımız sırasında esmer bir arkadaş geldi, tam önümde durdu.
Ve aynı anda:
“Bir geceye mıhlamışlar beni,
Uzak ülkenin karanlık yel değirmeni,
Yaban eller sürer namlulara,
Yaban insanlar kemirir beynimizi…”
diyerek 1977 yılında yazdığım ‘Moro’daki Yabancıya Özlem’ adlı şiirimi okumaya başladı.
Donmuş, duygulanmış ve şaşırmıştım.
Akıncılar Derneği Merkezi’nin yaptığı bir şiir yarışmasına, bu şiirimle katılmıştım.
Şiir birincilik derecesine layık bulunmuştu.
Aynı yıl derneğin yayımladığı, ‘Akıncılar Dergisi’nde şiirim kapakta çıkmıştı.
En önemlisi de ödül olarak Sezai Karakoç’un tüm eserlerinin verilmesiydi.
Karşımda şiiri okuyan Ziraat Fakültesi mezunlarından kardeşim Ali Ateş idi.
Ömrümüzün son mevsiminde kendimizin bile unuttuğumuz bu muhteşem hatıraların dile gelmesine katlanmak, dile kolay..
Ali kardeşime çok teşekkür ederek, bu vesile ile şiiri de paylaşalım.
Dost ve kardeşlerin bu unutulmaz ve mükemmel vefa buluşmasında emeği geçen Salih başkanımıza, Ekrem Yüce başkanımıza, İbrahim Özsert, Orhan Arslan ve Osman Karagüzel beylere çok teşekkür ederim.
Bir de tebrik ve teşekkürüm, görünmez kahraman olan ve bu ağır yükün altından alnının akı ile kalkan sevgili Muhammet Karaosmanoğlu kardeşime. Sağ olun, var olun kardeşlerim.
Ferman Karaçam