TAŞLARIN DİLİNDEN İSTANBUL
Bir yeri tanımanın en iyi yolu orayı aldım adım gezmektir. İstanbul her adımda sırlı geçmişini önünüze serer. Mesele o sırların peşine düşmek, taşların fısıldadığı hikayelere kulak vermek. Taşların Dilinden İstanbul kitabında bunu yapmaya gayret ettim.
Taşların Dilinden İstanbul bir gezi kitabı. Eyüpsultan dan başlayarak tarihi yarımadayı dolaşan rotayı takip ediyor. Ardından Boğaz'ı geçip Anadolu yakasına uzanıyor. Kitabı rehber kabul edip İstanbulu adımladığınızda karşınıza çoktan eserlerin, taşların hıkayelerini kendilerinden dinlemiş gibi olacaksınız.
Taşların Dilinden İstanbul için görüntülü kitap da diyebiliriz. İçerikteki 105 başlıktan seçtiğimiz konuların vıdeolarını, karekod uygulamasıyla izleyebilirsiniz.
Bu kitabın istanbul’un daha yakından tanınmasına ve daha çok sevilmesine katkısı olursa mutlu olacağım. Zira insan tanıdıkça sever ve üzerine titrer. İstanbul’un buna ihtiyacı var.
DURMUŞ ZAMANDA YOLCULUK
Haliç’ten Eyüp Sultan Camisi’ne çıkan cülus yolu ve
çevresindeki sokaklarda zaman durmuştur adeta. Sokak, tarihi
yapıların duvarları ve mezarlıktaki servi ağaçları tarafından saklanmış,
korumaya alınmış gibidir. Kabloları saymazsak modern dünyadan bir
ize rastlanmaz burada. Bu sokakların; geçmiş asırların ruhunu, yaşam
tarzını, kültür ve medeniyet kodlarını günümüze taşıyan “zaman
kapsülü” olduğunu düşünürüm her zaman. Nice hikâyeler saklıdır o
taşların arasında: siyaset, sanat, maneviyat, merhamet, aşk, sevgi,
hayat, ölüm... Hepsi bir arada, hepsi kol kola.
İSTANBUL’A DEĞEN KADIN ELİ
Mihrişah Valide Sultan’ın yaptırdığı aşevi ve duvarındaki muhteşem sebil iki şeyin işareti: Birincisi İstanbul’a değen kadın eli, ikincisi hanım sultanların hayırda yarışı.
Saray kadınları şahsi servetlerini toplum yararına harcama konusunda
adeta yarışmışlar. Bu yarışın sonuçları İstanbul’un her köşesinde
karşımıza çıkar. Çeşmeler, sebiller, hastaneler, hanlar, hamamlar,
medreseler, camiler, aşevleri... Sayıları 300 civarında. Birçoğu hâlâ
ihtişamını koruyor ve asırlar sonra bile hizmet vermeye devam ediyor.
DUVARDAKİ KUŞ SARAYI
Aşiyan, yani kuş evi; hayvana verilen değerle estetiğin buluştuğu köklü bir Osmanlı geleneği. Bir taş eksik konsa oradaki oyuk da aynı işi görürdü ama öyle bakılmamış kuş evlerine, sanat eseri olarak ele alınmış. Aşiyanlar yapıldığı dönemin mimarî zevkini yansıtır. Tasarımı zamanına göre değişir. Lodosa maruz kalmamasına, güneş almasına dikkat edilir. Kuşlar, yuva yapmak için saraya, konağa ihtiyaç duymaz. Kendi tabiatınca uygun gördüğü bir yere yuvasını kurar. Buradaki maksadın, farkındalık oluşturmak, halkı, hayvanları sevip korumaları için teşvik etmek olduğu anlaşılıyor.
BATILILARI MEST EDEN CAMİ
Mimar Sinan’ın İstanbul’un her köşesine saçtığı mücevherlerden
biri olan Rüstem Paşa Camisi’nin şöhreti çinilerinden geliyor. İstanbul’da bu kadar nadide çiniyi ancak Rüstem Paşa Camisi’nde görebilirsiniz. Dönemin İznik çini sanatının zirvesi olan süslemeler, baş döndürücü güzellikte. Batılıların aklını başından alan da bu ince zevkin ulaştığı nokta.
YETİM SALİHA’NIN GÖZYAŞI ÇEŞMESİ
Güzelliği ile büyüleyen bir çeşme daha... Ve yine bir hanım
sultanın zarafetiyle nakış nakış işlenmiş bir hayır eseri… Karaköy
Azapkapı’daki Saliha Sultan Çeşmesi’nin hikâyesi; fakirlik, yetimlik,
merhamet, nasip ve vefa ile örülü.
BOĞAZİÇİ’NDE BÜLBÜL BAYRAMI
Osmanlı, Boğaziçi’nin eşsiz güzelliğini doyasıya yaşamış. Boğaz’ın keyfini çıkarma yollarından biri de bülbül bayramıymış. Eskiden 2Ne güzel ötüyor mübarek; denilip geçilmez, bülbül gerçekten dinlenirmiş. Bir nevi bayram diyebileceğimiz “bülbül dinleme” geleneği varmış.