“Cem, Kendi Olmaktan Vazgeçmemiş Adamların Ortak Adı”

“Cem, Kendi Olmaktan Vazgeçmemiş Adamların Ortak Adı”

Kültür Edebiyat

SPOT: Özellikle tarih alanında yaptığı çalışmalarla tanınan Samet Altıntaş’la son kitabı Öteki Padişah Cem üzerine konuştuk. Sultan Cem’in İmparatorluğun Kuruluş’unda yer alan mayanın son oyun kurucusu olduğunu söyleyen Altıntaş, “Fakat Fatih’in 1481’deki vefatı sonrası Cem’in İstanbul’u devirmek için sahaya sürdüğü taktikler işe yaramıyor. Hâl böyle olunca her kaybedenin üzerine vurulan şaki, bozguncu ya da zındık damgası, üçüncü oğulun da yazgısı oluyor.” diyor.



RÖPORTAJ: CİHAN TAŞAN


Son kitabınızda Cem Sultan’ı neden tarihin sessize aldığı bir figür olarak tarif ediyorsunuz?
Hep söylediğim gibi aslında tarih; tarif edilen değil, tahrif edilendir. Dolayısıyla Cem meselesinde de işin aslını bozmaya yönelik birtakım kalem oynatmalar söz konusu. Ben biraz da bu duruma bir set çekmek istedim kendimce. Evet Cem, belki Bayezid’i tamamen mağlup edemedi; ama Bursa’da tahta çıktı, adına para darbettirdi ve hutbe okuttu. Hâliyle Osmanlı tarihindeki 15. asra ait bu sahne, kısık sesle telaffuz edilse de karşımızda enikonu bir padişah var, öteki olsa da…

“İşin aslını bozmaya yönelik birtakım kalem oynatmalardan…” kastınız ne?
Pek tabi müverrihlerin yazdığı, Osmanlı’nın orijinal kaynaklarında geçen ifadeleri söylüyorum. Şeyh Bedreddin’in kazaskerliğini yaptığı Musa Çelebi’yi mağlup eden Çelebi Mehmed eliyle yeni bir idrak vuku buluyor. Bilirsiniz bakmak için algılarımız yeterlidir belki fakat görmek için ayrı bir ayıklık ve şuur gereklidir. Burada şöyle bir matematik işliyor: Müesses nizamın varlığı her ne olursa olsun sorgulanmayacak ve taht’a sahip olan padişah kutsanacak. Örnek verirsem; eserini II. Bayezid’e sunan Bursalı tarihçi Mehmed Neşrî, Fatih’in oğlunu neredeyse tarihten siliyor, sarayın anlatısına uygun reglaj yapıyor, ismiyle müsemma kroniğinde şunları kaydediyor: “Zavallı Cem, sonunda gemiye binip gitti. Nereye gittiği sır oldu. O zamandan şimdiye kadar adı sanı belirmedi. Bu arada olan olaylar çoktur. Sultan Bayezid, devletle İstanbul’a gelip saltanat tahtında oturdu.”

Osmanlı tarihinin kapanması gereken parantezlerini açıyor ve genişletiyorsunuz aslında.
Evet, resmî tarihe göre konunun dışında kalan söz ve yazıları derliyorum. Ve Cem parantezinin sadece Osmanlı’da değil, Cumhuriyet’te de kapanmadığını aktarıyorum. Çünkü önemli olan iktidarda olmanız değil, muktedirliği hangi yollara tevessül ederek elde ettiğiniz. Cem, İmparatorluğun Kuruluş’unda yer alan mayanın son oyun kurucusuydu. Fakat Fatih’in 1481’deki vefatı sonrası İstanbul’u devirmek için sahaya sürdüğü taktikler işe yaramıyor. Hâl böyle olunca her kaybedenin üzerine vurulan şaki, bozguncu ya da zındık damgası, üçüncü oğulun da yazgısı oluyor.


Bir padişah adayı neden İstanbul’u devirmek istesin ki?

Şimdi devlet aklı, 1453 sonrası Konstantinopolis’e taşıyor. Hem ilk başkent Bursa’da kurgulanan hem ikinci taht merkezi Edirne’de konuşlanan bir yol haritası var: Güzergâh son kertede Dersaadet’e çıkacak, eyvallah. Fakat Osmanlı’nın kendi boyasını salmış bir renkle var olup olmayacağının tansiyonu söz konusu. Serhatteki gazilerin sarayla gerilimli tavrı, keza tahtıkadim’in iç el hüviyetini muhafaza etme gayretini iyi incelemek gerekiyor. Bu konjonktürde İstanbul, payitaht ilan edildiğinde Fuat Köprülü’nün kitabının adıyla ifade edersem; Bizans müesseselerinin Osmanlı müesseslerine tesiri, sadece kurumlara sirayet etmiyor, Doğu Roma’nın entrika mirası da devralınıyor. Gayet tabi Fatih sonrası her şehzadenin gayesi İstanbul’un patronu olmak. Burada dikkat çekmek istediğim husus, Cem gibi, Şehzade Mustafa gibi, Genç Osman gibi, III. Selim gibi ‘köhne Bizans’ı devirip, devlet aygıtını olabildiğince yeniden fabrika ayarlarına döndürmek.

Öteki Padişah Cem’in son bölümünü böylesi bir perspektiften kaleme aldığınız için “Teslim Ol İstanbul” diye bitiyorsunuz o zaman.
Teslim Ol İstanbul, Bursaspor’un 16 Mayıs 2010 tarihinde Beşiktaş’la Atatürk Stadı’nda oynadığı maçta, Bursa’nın uç beyliği addedilen Teksas’ın astığı bir pankart. Ben bu söylemden bir geçmiş söylevi inşa etmek istedim. Çünkü Cem’in kaybetmesiyle İmparatorluğun melez bölgeleri de yok olmaya yüz tutuyor. Ve İstanbul her alanı kendince domine etmeye başlıyor. Bayezid eliyle başlayan bu fermantasyon süreci, I. Selim ve I. Süleyman devrinde gelişimini tamamlıyor. Artık karşımızda monoblok bir Osmanlı algısı ve anlatısı var. Karşımızdaki İstanbul’un genel ölçüleri, Faruk Sümer’in Oğuzlar (Türkmenler) kitabında da alıntıladığı üzere şöyle sesleniyor: “Şalvarı şaltak Osmanlı/Eğeri kaltak Osmanlı/Ekende yok, biçende yok/Yemede ortak Osmanlı…”

 

Peki, Sultan Cem neden hâlâ konuşuyor/konuşuluyor sizce?

Şiirin şaire bir oyunu mu bilmiyorum; ama Cem artık bir imaja dönüşmüş durumda. Burada İvo Andriç’i anmam lazım. Romancı, kahramanı Cemil’in ağzından şöyle konuşuyor, Uğursuz Avlu’da “Cem Sultan’la aynı kaderi paylaştığını, insanların en mutsuzu, kaçacak hiçbir yeri kalmayacak şekilde köşeye sıkıştırılmış, kendini inkâr etmemiş, edememiş, kendi olmaktan vazgeçmemiş o adama benzediğini açıkça ve gurur duyarak itiraf etti. “Ben oyum!” dedi tekrar, önemli itirafların yapıldığı kısık fakat sert tonda, iskemlesinde oturarak.” Demem o ki Cem, kendi olmaktan vazgeçmemiş adamların ortak adına dönüşmüş durumda.

 

 

Paylaş