Sembol ve Anasır
Yaşayan en büyük bilge, kültür adamı ve düşünürümüz Sezai Karakoç bir kitabında :” Semboller tarihi çağrışımların yansımasıdır..” der.
Sembolün zaman karşısında, nesnenin aslına göre daha uzun ömürlü ve dayanıklı olduğunu biliyoruz, bu bakımdan tarihi sorumluluğu da fazladır.
Sembol, nesnenin tarihteki değerini günümüze taşımak bakımından da emsali az bulunan bir nimettir.
Yaşadığımız elim Elazığ depreminde, depremin her bir anında ve sonrasında birçok bakımdan, hepimiz için son derece kıymetli dersler mevcuttur.
Evvela şunu tespit edelim; bu deprem, milletimiz için bir Çanakkale Ruhu, bir 15 Temmuz ruhu tablosu ortaya koymuştur.
Devlet, depremin henüz yeni duyulduğu andan itibaren milleti ile bir bütün olarak hareket etti.
Sağlık, İçişleri, Çevre ve Şehircilik Bakanları derhal Elazığ’a hareket ettiler.
Ardından hızla AFAD, Kızılay, UMKE ve JAK ekipleri ile birlikte yakın veya uzak Belediyelerin ilgili birimleri deprem mahalline ulaşıp çalışmaya başladılar.
Koordine, teknik donanım, hız, fedakârane çalışma, bilgi ve beceri gerçekten mükemmeldi.
Ardından Başkan Erdoğan’ın Elazığ’a gitmesi, cenazelere katılması ve Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı birimlerin ve Başkanın da her adımda varlık göstermiş olması takdire şayan olmuştur.
41 can kaybettik, çok sayıda yaralımız var, birçok bina yerle bir oldu, acımız tarif edilemez fakat kabul edelim ki, dost, düşman herkes bu mükemmel çalışmayı takdir etti.
Sosyal medyada üç beş kalbi mühürlü zavallının bu olağan üstü dayanışma ve başarılı çalışma karşısında içlerindeki kini kusmalarına aldırmayın.
82 milyon insanın yaşadığı koca bir ülkeyiz ve içimizde bu kadar kötünün olmasını da normal karşılamalıyız ayrıca, bu deprem sırasında ortaya konulan mükemmel koordine ve başarıyı 1999 depremi sırasında ortaya konulan perişanlık ile mukayese edince, kıskançlığın kötülüğe dönüşmesini de anlamalıyız.
Biz işin aslına bakalım.
Sembollerin bize hatırlattığı tarih ve medeniyet değerlerimize bakalım:
İlk sembol Emine.
Emine, Adıyaman’da arama kurtarma ekibinde görev yapan, Adıyamanlı bir Kürt kızı.
Azize, yıkılan bina enkazında sağ kalmış bir Türk Anne.
Bu annenin hayat belirtisi görülünce Emine derhal irtibata girip onun hayata tutunmasını, yakınındaki diğer sağ kalanların da uyumaması için bütün gücüyle ve bilgisiyle mücadele veriyor.
Ortaya koyduğu insani gayret, emek, samimiyet tüm ülkemizin gözlerini yaşartıyor.
İkinci sembol Mahmut.
Mahmut, Suriye muhaciri Arap bir genç.
Yıkıntılar arasından bir inilti duyuyor ve enkazın altında sağ olan birilerinin varlığını anlıyor.
Yaklaşıyor ve beton yığınlarının, yıkıntıların arasından Elazığlı bir kadının yaşadığını tespit ediyor, etrafına bakıp toprağı kazacak, betonu kıracak bir alet aramıyor.
Çünkü vakit çok kısıtlı, enkaz altındaki kadın ölebilir.
Derhal elleriyle kazmaya başlıyor, bir süre sonra tırnaklarından kanlar akıyor, Mahmut, parmaklarının acısını duymuyor ve nihayet Dürdane Teyze ile göz göze geliyor.
Arap Mahmut elleriyle, tırnaklarıyla açtığı aralıktan Elazığlı Dürdane Teyze ile eşini sağ olarak çıkarmayı başarıyor.
Arap Mahmut, Kürt Emine ve Türk Azize.
Bu semboller bize, tarihimizi ve medeniyetimizi çağrıştırmaktadır.
Kurtuluş savaşında, Çanakkale’de, 15 Temmuzda ve nihayet Malazgirt’te, Mohaç’ta, Bedir’de, Uhud’da, Kudüs’te ve daha nicelerinde ortaya çıkan ruh da aynı ruhtur.
Savaş meydanında can teslim ederken, susuzluktan çatlayan dudaklarına değdirdiği suyu, yan tarafta “suu” diye inleyen kardeşine verdiren ruh ile; yan yatmış ve artçı bir sarsıntı ile her an yıkılabilecek bir binanın onlarca metre altına girip, kendi canı pahasına, tırnakları ile kazdığı yerden kardeşini sağ çıkaran ruh aynı ruhtur.
Bu ruh; rengi, ırkı, türü ayaklarının altına alarak yükselmiş olan tek millet ruhudur, Ümmet-i Muhammed ruhudur.
Bize kader olmuş bu coğrafyada, yeniden ayağa kalkıp, medeniyetimizi de ayaklandırmanın tek yolu Arap, Kürt, Türk bu üç kavmin, yani üç anasırın da yeniden birlik olmasına bağlıdır.
Peki, olur mu dersiniz?
Neden olmasın;
“ Semboller tarihi çağrışımların yansımasıdır”
CÜMLEDEN CÜMLEYE....
Doğrular unutuldu, haram-helal kalmadı.
Ama, ne yapayım herkes böyle, ben de mecburen yapıyorum, demek asla doğru değildir.
Selin önünde duran bir kaya, suların istikametini değiştirir.
Sürüden ayrılan bir kösemen sürüye yön verir.
Yeter ki ayağını sağlam bas, HAK’dan ayrılma.
Özcan Ergiydiren/ Hayali Cihan Değer, Sâmiha Ayverdi ile Hâtıralar
Ferman Karaçam - Haber 7