Sadettin Ökten
İnsanlar da kitaplara benziyor.
Hepsi mi?
Onu bilemen
ama bazı insanlar benziyor.
Kapağı çokça
albenili olan bir kitabı alıyorsunuz; karton kapak, mükemmel bir cilt, baskı,
harfler, renkler ve kapaktaki diğer uyumlar adeta dans ediyor avuçlarınızın
arasında.
Sonra yavaş
yavaş kitabın iç dünyasına, satırlarına dâhil oluyorsunuz.
Haliyle
kapaktaki etkiyi kitabın içinde de arıyorsunuz
Ne gezer.
Tam bir hayal
kırıklığı yaşıyorsunuz.
Sayfaları
çevirdikçe hayal kırıklığınız artarak devam ediyor.
Eğer bu bir
çeviri ise, ne söylemek istediğini anlamak için bir daha, bir daha okuyorsunuz
cümleyi, hayır olmuyor, ne yazık ki anlaşılmıyor.
Eğer çeviri
değil de, bu kitap bir telif ise, yazarın Türkçesi birkaç sayfa sonra sizi
canınızdan bezdiriyor ve kaldırıp koyuyorsunuz o kitabı da şöyle uzakça bir
köşeye.
Dinledikçe
canınızı sıkan ve usulca yanından uzaklaştığınız bazı insanlar gibi.
Ya diğer
Kitaplar?
Bazı
kitapların da kapakları çok sadedir.
Albenisi
yoktur, tek renk üstüne kitabın adı, yazarı, ya da çevirmenin adı yer alır.
Kitabın
kapağındaki sadelik öylesine tabi ve kuşatıcıdır ki, o doğallık sizi kitabın
içine adeta akıtır.
Sayfaları
çevirdikçe kitap sizi sürükleyip götürür, vaktin nasıl geçtiğini, hatta bazen
günün hangi gün olduğunu, kitabı ne zaman elinize aldığınızı ve ne kadar zaman
sayfalarla birlikte evrilip çevrildiğinizi unutursunuz.
Kitap size
sadece bilgiler vermez.
Verdiği
bilgiyi, öylesine naif bir dil ve üslup ambalajına sarar ki, lezzeti sadece
damaklarınıza değil, üstünüze, başınıza da yapışır.
İşte,
Sadettin Ökten böyle bir kitaptır.
Hoca’yı
1980’lerin ortalarında, İlim ve Sanat Dergisinde çalıştığım yıllarda tanıdım.
Hoca hiç
değişmedi.
O günlerde de
aynıydı, bugün de aynı, sanki; dünyada ne kadar felaket varsa hepsi yaşanmış,
kaç tane kıyamet varsa hepsi olup bitmiş, Sadettin Ökten onların içinden
geçerek çıkıp gelmiş ve nihayet yağmur sonrası günlük güneşlik bir Haziran
ikindisinde karşı karşıya oturmuşsunuz, mazisi, yarını ve bugünü ile size
gülümsüyor ve siz de şen şakrak onu dinliyorsunuz, yüzüne bakıyorsunuz:
Olgun, vakur,
bilge ve mütevazı yüzünde hep bayramlık bir tebessüm.
Sizi alıp
götüren kitap sayfaları gibi sohbetin dindiren ve bilgilendiren efsunlu
kollarındasınız.
Uzun bir
zaman sonra farkına varıyorsunuz: Hoca’nın verdiği bilgiler, bilgi olmaktan
çıkıp, kılcal damarlarınıza zerkedilen abı hayat suyu gibi damla damla
bedeninizde dolaşıyor.
İnsanı,
eşyayı, kapitalizmi, mimariyi, gençliği, eğitimi ve nihayet ahvalimizi, neyi
anlatırsa anlatsın, güneşli bir kuşluk vakti Mayısında çiseleyen yağmur
serinliğinde, hiç bitmesini istemeyeceğiniz bir yağmur serinliğinde dinlersiniz
onu.
Sadece
dinlemek mi?
Elbette
hayır.
Hoca’yı
okumak da sizde aynı tadı bırakır.
Farkındayım.
Şairin dediği
gibi "Dilce susulup bedence konuşulan bir çağda..." Böyle şeylerden
hele hele, okumaktan söz etmek, neredeyse biraz abes gibi ancak, ben gene de
özenle çevrelenmiş, etrafı bed sözlerden, kem gözlerden arıtılmış ortamların
hala bütüne oranla büyük bir yekûn tuttuğuna inananlardanım.
Hoca’nın
yazdıklarında insanı her yanı ile, her yönü ile sarıp sarmalayan bir tarafı
olduğunu söylemeliyim.
Elbette
bunda, Sadettin Hoca'nın şunca yıllık “Bir Ben Vardır Bende, Benden İçeru”
denen yerde yani “içeru”da yaşanmış yüz akı, dervişçe bir hayatın rolü büyük,
ama esas olan bence Hoca'nın, bu hayatın meyvelerini ustaca, bilgece ve
sanatkârane bir üslupla oya işler gibi işliyor olmasıdır ki, yazılarına
doyulmaz lezzet katan da bu.
Sadettin
Ökten , konuşurken nasıl ki insanı önemseyerek, yücelterek konuşur, tıpkı öyle;
çoğunlukla yazarken de, yolculuğuna İnsan’dan başlar ve böylece, daha yola
koyulurken bir bakıma mesajını da başlatmış olur.
İnsandan
iradeye, medeniyet’ ten yozlaşmaya, akıldan yüreğe, tasavvuftan kapitalizme,
köycülük akımından şehir terbiyesine... Varıncaya kadar çokça başlık altındaki
içerikten tarihsel bir bilgi, doyumsuz bir lezzet, şiirsel bir akış fışkırıp
kabarır.
Hoca’nın
satırlarına hem aklınız, hem yüreğiniz eşlik eder.
Şu cümleler
onlardan : “Bazıları bir ömür boyu sorularla yaşıyor, öyle ölüyor; bazıları da
sorularını cevaplamış, mutmain gidiyor ahirete.
Bu sorular
insanın zatında ya da fıtratında, varlığında var.
Mesela,
‘Başlangıç ve Son’ sorusu.
Şöyle der
insan: "Ben nereden geldim, Başlangıcım neydi?
Nereye
gidiyorum, sonum ne olacak? "
Ve işte
çağımızda yaşanan kaosa dair tarifi:
" Bir
toplumda temel kabuller, yani bir medeniyet tasavvuru olmazsa kaos olur.
Kur’an: “Ben
insanı kendi halifem olarak yarattım ve ona Ruh’umdan ruh üfledim ve bütün
âlemi ona musahhar kıldım”, diyorsa oradan çıkan realite şudur: “İnsan kendi
varlığıyla bir büyük âlemdir!”
Bu musahhar
kılınan (itaat ettirilen) âlem, “İnsanın eksiklerini tamamlamak, ihtiyaçlarını
temin içindir. “
Sadettin
Ökten, zaman zaman dışa dönük, yoz, kaba, haşin ve maddeleşmiş yanlarımıza
karşı eleştirel ataklar da yapar fakat, bir İstanbul Beyefendisi olarak
kullandığı kelimelerin dozajını ve tonunu hiç değiştirmez yani Hoca, çağı ve
çağın insanını silkeliyor ama, cümleler istifini hiç bozmuyor; yerli yerinde,
ağır, oturaklı ve fakat vakur.
Bugün,
dünyanın yaşadığı Covid19 Virüsünün bir bakıma ortaya çıkış sebebini
çağrıştıran, Virüs ortaya çıkmadan yıllar önce söyledikleri:
“Biz doğaya
zulmedersek, o da karşılığında bize zulmederek muhtaç olduğumuz şeyleri bizden
esirger; yani, aslında biz kendi kendimize zulmederiz… Doğa edilgen bir varlıktır,
kendi başına zulmetmez.
Doğa bize
hiçbir şey yapmaz!
Bizim
zulmümüz: “Kendim ettim, kendim buldum” var ya, işte o.
Önce
kendinize zulmedersiniz.
Kalbinize
zulmederek başlar her şey ve onu yalnız siz anlarsınız. Sonra bedeninize, en
son da çevrenize zulmedersiniz…”
Sadettin
Ökten çok meşhur bir ilim ve hizmet adamının, İmam Hatip Okullarımızın
kurucularından merhum, Cennet mekân Celâlettin Ökten Hocaefendi’nin oğludur.
Çok bilinen
adıyla Celal Hoca’nın.
Evet,
insanlar da kitaplara benziyor.
Sadettin
Ökten de çağımızda örnekleri ender bulunan, ender yazılan, sayfaları birer
birer çevrildiğinde her cümlesi doyumsuz pınarlar çağlayan kitaplardandır.
Son örnek
kitaplardan.
Belki en çok
da, kendi yazdığı kitaplara benzer Hoca.
Ben de, bunun
için onu anlatmaya çalışırken, onun kitaplarından cümleler de kullandım.
Sadettin
Ökten bir akademisyen, bir profesör.
Kendi
mesleğinde binlerce öğrenci yetiştirmiş, milyonlarca cümle kurmuştur,
makaleler, kitaplar yazmıştır fakat, ben bunları değil, benim yüreğimde iz
bırakmış olmaları sebebiyle onu ve onları yazmaya çalışıyorum.
Yani, ben
bizzat şahidim ki, yazılan bu güzel insanlar, yazılanlardan çok daha fazlasıdır.
Ben sadece;
bu melek tabiatlı saygıdeğer insanların gönlümdeki yerlerinden, bir kuple vefa
nağmesi ve bir damlacık hatıra sunmaya çalıştım ve çalışıyorum.
Saygıyla,
muhabbetle ellerinden öpüyor, uzun, bereketli ve hayırlı bir ömür diliyorum
Sadettin Hoca’ya.
CÜMLEDEN
CÜMLEYE...
Sarıbenizli
biri kâğıttan
kayıklarımı batırdı!
Ekinde ağladı
ilk kez bebe/ güldüler
Toprak
kırmızı
Dikey gözleri
anasının
Anası balık
Uçurtmasını
unuttu gökte biri!
Yaşar bedri/
adını koyamadığım
Ferman Karaçam - Haber 7