37 Yıl Geçmiş
“Göklerin çektiği Kartal “, aramızdan çekilip alınalı,37 Yıl olmuş.
Yaşadığı bir devre adını altın harflerle yazdırmış ve milyonlarca otuz yedi yıl daha adı, şiiri, eylemi, davası, düşüncesi hep zirvede kalacak olan adamın, Necip Fazıl Kısakürek’in vefatının üzerinden 37 kocaman yıl geçmiş.
Aradan geçen
bunca yıldan sonra onun hakkında yazan çok sayıda ilim, edebiyat ve düşünce
insanı oldu ve bir Necip Fazıl Kısakürek profili ortaya koydular, hak ettiği
şekilde ödüller aldı ve takdir de edildiler.
Daha da
yazılacak, konuşulacak ve hakkında çok sayıda tezler de yapılacak.
Ne var ki, bu
süreçte onu yeteri kadar tanımayan veya bazı art niyetli olan kimseler de,
Necip Fazıl’ı sadece büyük bir şair olarak görmek ve göstermek için yazıp çizdiler,
hiç şüphesiz bu kimseler hem kendi eksiklerini beyan etmiş, hem de üstada
haksızlık etmiş oldular.
Çünkü üstadın
elbette, Türkiye sınırlarını aşmış çok güçlü ve yıllarca aşılamayacak, kutlu
bir geleneğe yaslanmış çok sağlam bir şiir damarı vardır.
Ama O, bir
şairden daha fazlasıdır.
Ben bunlardan
bahsetmeyeceğim.
Otuz yedinci ölüm
yıldönümü münasebetiyle yazılanlardan da biraz farklı olarak sizi, 60-70 Yıl
öncesine götürüp önünüze, kendi arşivimden ve Üstadın, o zamanlar haftalık
olarak, Cuma günleri çıkardığı “Büyük Doğu” mecmuasından ve bizzat onun
kaleminden minik bir demet koyacağım.
“...Dünya harbine
gelinceye kadar, Tanzimat sonrası sanat ve fikir adamının bariz vasfı, bence,
zihni ve ruhi ana idrak melekelerinden mahrumluktur.
Dünya harbine
gelinceye kadar, Tanzimat sonrası sanat ve fikir adamı, satıh üzeri idrakiyle
Avrupalılaşma teşebbüsünün ancak züppelik ve tereddisini getirebilmiş ve
Tanzimat ruhunu daha iyi ifşaya hizmet etmiştir. “
01 Kasım 1946
Cuma, Şairsiz Devir başlıklı, 74 yıl önceki yazısından:
“..Bakın bir
İngiliz, her İngilizce tercüman olarak ne düşünüyor:
Shakespeare ile
Hindistan arasında birini seçmeğe mahkûm olsak, Hindistan’ı feda ederdik...
Fakat malûm ola
ki:
Sesleri,
çizgileri, renkleri, kokuları ile bütün bir devri omuzuna alıp Sırat
köprüsünden geçiren sanatkâr, siyasi manzumeler peşrevcisi ve dalkavuklar
borazanı değildir. “
18 Nisan 1947
Cuma, Vecdimin Penceresinden Şükür başlıklı 73 yıl önceki bir yazısı:
“Allahım, sana
şükürlerimin başında şu var: Beni, yeniler ve ileriler içinde hiçbir gözün
göremeyeceği kadar yeni ve ileri olan İslama bağladıktan sonra, onu, birçok,
göze, eskiler ve geriler içinde en eski ve en geri bir dava diye gösterdin; ve
böylece bana, herkesin kolayca hükmettiği bir mevzuda, izahı en çetin ve dış
görünüşünün aksine en mahrem meselenin müdafaasını yükledin; böylece, koşu
dairesi içinde, sırf aradaki müthiş mesafe yüzünden kaplumbağaların arkasından
geliyor gibi görünen tazıya karşı kaplumbağaları kahkahayla
güldürdün...Allahım, sana şükrederim.”
8 Haziran 1951
Cuma, Geliniz başlıklı 69 yıl önceki yazısından:
“ ...Divaneler,
ulvi ve muazzez divaneler; geliniz, buyurunuz, önümüzden ve arkamızdan
koparılan istihza çığlıkları ve zulüm homurtularına kulak bile vermeyiniz ve
aşkın kudretini ispat ediniz!
Bizi Sakarya ile
yalnız bırakmayınız; ve karanlıkta kendi kendisiyle konuşan süfli divaneler
olmaktan kurtarınız! Büyük insanlık meydanı, her ne cins ve mezhepten olursa
olsun, yalnız vecd ve aşk sahiplerinindir; ve aşkın şahit kaldığı yerde her şey
sinmeğe mahkûmdur.
‘Boyandım
rengine, solmazam artık!
Âşıkım, âşıkım,
ölmezem artık!..”
Nesillerin
üstadı, Sultanü’şuara Necip Fazıl Kısakürek’e Allah’tan rahmet diliyorum.
CÜMLEDEN
CÜMLEYE....
YUNUS EMRE
Kaç mevsim
bekleyim daha kapında,
Ayağımda zincir,
boynumda kement?
Beni de, piştiğin
bela kabında,
O kadar kaynat ki,
buhara benzet !
Bekletme
Yunus’um, bozuldu bağlar,
Düşüyor
yapraklar, geçiyor çağlar;
Veriyor, ayrılık
dolu semalar,
İçime bayıltan,
acı bir lezzet.
Rüzgâra bir koku
ver ki, hırkandan;
Geleyim, izine
doğru arkandan;
Bırakmam,
tutmuşum artık yakandan,
Medet ey
dervişim, Yunus’um medet !...
Necip Fazıl Kısakürek/ Çile
Ferman Karaçam - Haber 7