Cahit Zarifoğlu, Acılarımın Kardeşi
İnsan evvela kendi acılarını tanıyor.
Kimi, buz gibi soğuk, toprak damlı bir barınakta üşüyüp titreyerek, bir düzine insanla birlikte, o insanların nefeslerinin ısısını örtünmeye çalışarak.
Kimi, kor gibi bir yoksulluğun karanlık dehlizlerinde, labirentlerinde hayatın akışına uymayı ve ona tutunmayı umarken..
Kimi, ufacık yaşında, kırda, bayırda, birlikte oynamaya çalıştığı çocuklar arasında, annesiz ya da babasızlığın solgun renklerine sarılıp, tenhalarda içini döve, döve ağlayarak...
Kimi, gencecik yaşında, akranlarının arasında utana, sıkıla dizleri yamalı kısacık pantolonunun paçalarını uzatmaya çalışarak...
Kimi, fotoğraf çektirmek için ödünç aldığı, kendisinden büyük yaştaki komşu çocuğunun gömlek ve ceketinin uzun kollarını katlamaya çalışırken...
Kimi, ilk defa kimliğinde gördüğü siyah beyaz fotoğrafta, kocaman giysiler arasında kaybolmuş, güneş yanığı sıska bedenine ve esmer yüzünün gölgelediği hüznün tâ kalbine gömülerek...
Kimi, okul sıralarındaki başarılarının umut ve sevincine tutunduğunda, o an, çevresinin boşalıp acılarıyla baş başa kaldığında...
Kimi, cebinde iki tane on kuruşluk varken, fırıncı çeyrek ekmeğe yirmi beş kuruş istediğinde veremeyip, iki günlük aç midesini, Sirkeci’den, Yahya Kemal’e kadar yayan sürükleyerek.
Kimi, geceleri yatacak yeri olmadığında, umumi parkların içindeki bankların üstüne veya sahildeki kayıkların içine kıvrılıp yattığında, sabah kimseler görmesin diye erkenden kalkıp uykulu gözlerini ovalarken...
Kimi, iş ararken yorulup, bir bank üzerinde uyuyup kalırken...
İnsan önce kendi acılarını tanıyor;
Eksik, yalnız, üşümüş ve içine attığı sevdaların derin acılarına sarılarak yaşarken.
Bu bir hayat tarzı.
Yaşanmış ve hala yaşanıyor.
Kayıtlı ve kesin.
Başını uzatarak görebildiğin yollara bakarak iç geçirip, bir gün o yollardan yürüyeceğine dair umutlar büyüterek yaşamak acıları dindirmiyor ama, bir nebze susturuyor.
Bir de, içinin derin bir yerlerine gömerek.
Tâ ki;
Yürümeye başladığın yollarda, senin acılarının aynısını bire bir kendi içine gömen biri ile karşılaşacağın güne kadar.
İnsanın birbiriyle olan iç iletişimleri , dış iletişimleri bin defa döver.
Bir defa sessizce göz göze gelin yeter.
Bir defa yazdıklarını okuyun yeter.
Onu öyle tanıdım: yazdıklarıyla.
Acıların içinden yazıyordu; savaşta, ölümde, ayrılıkta, yalnızlıkta, yoksullukta, kanda, kardeşlikte, çaresizlikte, açlıkta, duyarsız ve darmadağın bir ümmet coğrafyasında acının tâ kendisini beynini ve kalbini tanımıştı.
“Ne çok acı var! “ demişti.
“ Acılarıma da kardeş olur musun? “ demişti.
“ Afganistan” demişti.
Ben de biliyordum.
Yaşamıştım.
Hala yaşıyordum.
Çok acı var, görüyor, tanıyordum onu ve acı benim kanımda, damarlarımda dolaşıyordu.
İçimde susuyordu.
İçimde kükrüyordu.
İçimi dağlayıp duruyor ve Afganistan denince acının sızısı kemiklerimden boşalıyordu.
33 yıl önce Cahit Zarifoğlu ile böyle tanıştık işte.
Yola çıktığımda arayacağım oydu.
Yola çıktığımda bulduğum da oydu.
Acıdaştık biz onunla.
Daha küçücük yaşlarımızda onun annesi yoktu.
Benim de annem yoktu.
Diğerleri onların yokluğundan sonra, onların yokluğunun ardından gelenlerdi.
Tanıdık, bildik ve yaşadık.
Sonra sorumsuz ve dağınık bir Ümmet, Afganistan, Filistin, Bosna, Çeçenistan, Kürdistan, Doğu Türkistan, savaş, kan ve göz yaşı, Irak, Ebu Gureyb, Suriye, Yemen, Libya, Myanmar,
...hepsi de onun ve benim yüreklerimizin içini yara yara, içimizde susup duruyor, içimizde içten içe yanıyordu, kanıyordu.
İşte ben, Cahit Zarifoğlu’nu bunun için çok sevdim.
Çocukluğu, çocukluğunu içinde büyütmesini sevdim.
Yetimlerle ve öksüzlerle olan bağını sevdim.
Dağlarla; dağlardaki taşlarla, kuşlarla, çiçeklerle, ağaçlarla, yollarla, kozalaklarla, arılarla, kelebeklerle, böceklerle konuşmasını sevdim.
Ben Zarifoğlu’nun atları sevmesini sevdim.
Ben Zarifoğlu’nun çocuklarla çocuk olmasını sevdim.
Ben Zarifoğlu’nun imanını, imanındaki inceliği, zarafeti, mütevaziliği, heybeti, asaleti ve kükreyişi sevdim.
Ben Zarifoğlu’nun Efendimizi sevmesini sevdim.
İnsan evvela kendi acılarını tanıyor.
Sonra acılarına kardeş arıyor.
Cahit Zarifoğlu’nun acılarına kardeşim ben.
Benim acılarımın özbeöz kardeşidir Zarifoğlu.
İşte onu, bunun için çok sevdim.
İşte bunun için bir gün, Ahmet Kot odama girip; Cerrahpaşa Tip Fakültesi Hastanesinde yatıyorken, önceki akşam ziyaret ettiğim ve : “ Ferman bak dışarıda incecik bir yağmur yağıyor ve ben burada tutsak gibiyim...” diyen Cahit Ağabeyi’nin ölüm haberini verdiğinde, hıçkırarak ağladım, hala ağlıyor ve acılarımın kardeşini aradan otuz üç yıl geçmişken hala çok özlüyorum.
Ruhun şad, mekânın cennet, makamın âli olsun ağabey.
Dilerim ki; sen, ben ve tüm acılarımıza kardeş olanlar hep birlikte acılarımızı ebediyen dindirecek, akıllarımızı durduracak denli eşsiz ve benzersiz bir Güzellik karşısında yaşar ve mutmain oluruz..
7 Haziran 2020 İstanbul
CÜMLEDEN CÜMLEYE...
...Mustafa’dini, hayat dinidir.
O’nun şeriatı hayat dininin tefsiridir.
Sen zemin isen seni asuman yapar.
Seni HAK’kın istediği hale getirir.
O’nun cilası taşı ayna yapar.
Demirin gönlündeki pası koparıp alır..
Muhammed İkbal/ Esrar ve rumuz
Çeviren: Prof.Dr. Ali Nihat Tarlan
Ferman Karaçam - Haber 7