Hayatını Türk irfanına adayan mütefekkir: Cemil Meriç
Görme yetisini 38 yaşında kaybeden ve tercümeleri dışındaki bütün kitaplarını gözlerini tamamen kaybettikten sonra kaleme alan Cemil Meriç'in vefatının üzerinden 33 yıl geçti.
Kaleme aldığı eserleriyle Türk edebiyatı ve düşünce dünyasında önemli bir yere sahip olan yazar, çevirmen ve mütefekkir Cemil Meriç, vefatının 33'üncü yılında yad ediliyor.
Tam adıyla Hüseyin Cemil Meriç, Birinci Balkan Savaşı sürerken 1912'de Meriç nehri yakınlarındaki Dimetoka'dan Antakya'ya göçmüş bir ailenin çocuğu olarak 12 Aralık 1916'da Reyhanlı ilçesinde dünyaya geldi.
Okumayı 4 yaşında söken, ilk ve orta öğrenimini Arapça, Fransızca, Kur'an, tecvid, ahlak eğitimi de aldığı Reyhanlı Rüştiyesi'nde tamamlayan Meriç, ardından Fransız idaresindeki Antakya'ya giderek Fransız eğitim sistemi uygulayan Antakya Sultanisi'nde okudu. Meriç, "Benim üniversitem" dediği lisede, Fransız ve Türk hocalardan özel dersler alırken, Ali İlmi Fani'nin kılavuzluğunda divan edebiyatını keşfetti.
"Geç Kalmış Bir Muhasebe" başlıklı ilk yazısısı 1933'te "Yenigün" isimli yerel gazetede yayımlanan Meriç, Nurullah Ataç ve Reşat Ekrem Koçu'nun da öğretmenlik yaptığı İstanbul'daki Pertevniyal Lisesi'ne 1936'da geçti.
Meriç, bir yazısında bazı hocalarını eleştirdiği için 12'nci sınıfta liseden ayrılmak zorunda kalırken, aynı yıl Nazım Hikmet ve Kerim Sadi ile tanıştı.
Geçim sıkıntısı nedeniyle 1937'de gittiği İskenderun’un Haymaseki köyünde 9 ay öğretmenlik yapan yazar, daha sonra sınavla girdiği İskenderun Tercüme Bürosu'na reis muavini oldu.
İLK ÇEVİRİ KİTABI, BALZAC'IN "ALTIN GÖZLÜ KIZ" ROMANI 1943'TE YAYIMLANDI
Cemil Meriç, 1938'de çeşitli geçici işlerde çalıştı, 1939'da ise Hatay hükümetini devirmek iddiasıyla tutuklanıp Antakya'ya götürüldü. İdam talebiyle yargılanan Meriç, iki ay sonra beraat etti ve Hatay aynı yıl 29 Haziran’da Türkiye'ye katıldı.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinin Felsefe Bölümü'ne 1940'ta başlayan yazar, üniversiteden çok kütüphanelere gittiği için bu bölümü bitiremedi.
Meriç'in yazıları 1941'den itibaren "İnsan", "Yücel", "Gün", "Ayın Bibliyografyası" dergilerinde yayımlanırken, 1942'de Fevziye Menteşeoğlu ile evlendi ve çiftin oğulları Mahmut Ali ile kızları Ümit dünyaya geldi.
İlk çeviri kitabı Balzac'ın "Altın Gözlü Kız" romanı 1943'te yayımlanan Cemil Meriç, burslu kabul edildiği İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu'nun Fransız Filolojisi Bölümü'nden 1944'te mezun oldu.
Usta edebiyatçı, 1944-1974'te Elazığ Lisesi ve İstanbul Işık Lisesi'nde öğretmenlik, İstanbul Üniversitesi'nde ise Fransızca okutmanlığı yaptı.
Gözleri 1954'te zayıflayan ve başarısız göz ameliyatlarının ardından 1955’te görme yetisini tamamen yitiren Meriç, çevresindekilere okuttuğu Fransızca ve İngilizce metinleri sözlü olarak çevirip yardımcılarına yazdırdı, basılmamış olan Fransızca grameri hazırladı, dikte etmek suretiyle makaleler yazmaya devam etti.
İLK TELİF KİTABI "HİNT EDEBİYATI" 1964'TE YAYIMLANDI
Meriç'in Doğu medeniyetlerine olan önyargıları yıkmayı amaçlayan ve dört yıllık bir çalışmanın sonucu olarak ortaya çıkan ilk telif kitabı "Hint Edebiyatı" 1964’te yayımlandı ve eser daha sonra "Bir Dünyanın Eşiğinde" başlığıyla iki kez daha basıldı.
Cemil Meriç, "Hisar" dergisinde "Fildişi Kuleden" başlığıyla denemeler yazdı ve "Bu sayfalarda hayatımın bütünü, yani bütün sevgilerim, bütün kinlerim, bütün tecrübelerim var. Bana öyle geliyor ki, hayat denen mülakata bu kitabı yazmak için geldim; etimin eti, kemiğimin kemiği” dediği "Bu Ülke" kitabını 1974'te yayımladı.
Aynı yıl, medeniyet kavramını tartıştığı “Umrandan Uygarlığa” adlı eseri okurla buluşturan, edebiyat ve düşünce tarihi niteliği taşıyan "Kırk Ambar" eseriyle 1980'de Türkiye Milli Kültür Vakfı Ödülü'ne layık görülen usta kalem, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından 1981'de "Yılın Yazarı" seçildi.
Meriç, aynı yıl basılan yarı derleme, yarı telif "Bir Facianın Hikayesi" adlı eserde ise yakın tarihi ele aldı ve İletişim Yayınları’nın iki yıl sonra çıkardığı "Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi"ne makaleler yazdı.
SAĞLIĞINDA BASILAN SON ESERLERİ
Eşi Fevziye Hanım'ı 1983'te kaybeden, aynı yıl beyin kanaması geçirerek sol tarafına felç inen Meriç'in sağlığında basılan son eserleri "Işık Doğudan Gelir" ile "Kültürden İrfana" oldu.
Cemil Meriç, 13 Haziran 1987'de, 71 yaşında hayata veda ederek, Karacaahmet Mezarlığına eşinin yanına defnedildi.
Kendisine has üslubu ve temiz Türkçesiyle dikkati çeken Meriç'in çeviri ve makaleleri başta "İnsan", "Amaç", "19. Asır", "Gün", "Yeni İnsan", "Hisar", "Hareket", "Yirminci Asır", "Türk Edebiyatı", "Kubbealtı Akademi", "Köprü" ve "Gerçek" olmak üzere 40 kadar derginin yanı sıra "Yeni Devir" ve "Orta Doğu" gazeteleriyle ansiklopedilerde okuyucuyla buluştu.
Meriç, "Umrandan Uygarlığa" kitabıyla 1974'te, "Kırk Ambar" kitabıyla 1980'de Türkiye Milli Kültür Vakfı Armağanı'nı alırken, Türkiye Yazarlar Birliğinin Üstün Hizmet Ödülünü 1981'de Mehmet Kaplan ve Emin Bilgiç ile paylaştı.
Kayseri Sanatçılar Derneğinden 1982’de inceleme dalında, 1986'da ise fikir dalında ödül kazanan ve Hatay'ın Reyhanlı ilçesindeki evi 2014'te müzeye dönüştürülen mütefekkir, 2015'te de Cumhurbaşkanlığı tarafından verilen Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'ne layık görüldü.
Yazarın kütüphanesindeki her biri eşsiz 300 Osmanlıca eser, başta araştırmacılar olmak üzere insanlığın istifadesine sunulmak üzere, kızı Prof. Dr. Ümit Meriç tarafından geçen yıl Cumhurbaşkanlığı Kütüphanesine bağışlandı.
TERCÜMELERİ DIŞINDAKİ BÜTÜN KİTAPLARINI GÖZLERİNİ TAMAMEN KAYBETTİKTEN SONRA YAZDI
"Jurnal" adlı kitabında kendisini "Hayatını Türk irfanına adayan, münzevi ve mütecessis bir fikir işçisi" olarak ifade eden Cemil Meriç, başta dil, tarih, edebiyat, felsefe ve sosyoloji olmak üzere sosyal bilimlerin birçok alanında araştırma yaparak, yazılar yazdı.
Gözlerini 38 yaşında tamamen kaybeden Cemil Meriç, tercümeleri dışındaki bütün kitaplarını kör olduktan sonra kaleme aldı.
Avrupalılaşmak, çağdaşlaşmak ya da yabancılaşmayı birbirinden ayrı görmeyen Cemil Meriç, "Bu Ülke" eserinde okuyucularıyla şu tespitleri paylaştı:
"Batılılaşma miti eskiyince yeni bir yalan çıktı sahneye… Daha doğrusu aynı nazenin taze bir makyajla arz-ı endam etti. Filhakika intelijansiyamızın (aydınlar takımı) şerefine şampanya şişeleri patlattığı bu sözde bakire Tanzimat'tan beri tanıdığımız Batılılaşmanın ta kendisi. Çağdaşlaşmak, karanlık, kaypak, rezil bir kavram. Rezil, çünkü tehlikesiz, masum, tarafsız bir görünüşü var. Çağdaşlaşmak elbette ki Avrupalılaşmaktır. Avrupalılaşmak yani yok olmak. Avrupa bizi çağdaş ilan etti. Zira apayrı bir medeniyetin çocuklarıyız, düşman bir medeniyetin, bambaşka bir ölçüleri olan, çok daha eski, çok daha asil, çok daha insanca bir medeniyetin."
Meriç, "İzm'ler idrakimize giydirilen deli gömlekleri. İtibarları menşe'lerinden geliyor. Hepsi de Avrupalı." sözüyle hafızlarda yer edinirken, "Kitap fazla ciddi, gazete fazla sorumsuz. Dergi, hür tefekkürün kalesi. Belki serseri ama taze ve sıcak bir tefekkür. Kitap, çok defa tek insanın eseri, tek düşüncenin yankısı; dergi bir zekalar topluluğunun. Bir neslin vasiyetnamesidir dergi; vasiyetnamesi, daha doğrusu mesajı. Kapanan her dergi, kaybedilen bir savaş, hezimet veya intihar..." ifadeleriyle dergilerin önemine değindi.
"OKUMA, İÇİMİZDEKİ MEÇHUL ALEMİN KAPILARINI AÇAN BİR ANAHTAR"
Doğu-Batı çatışmasını düşüncesinin ana omurgasına yerleştiren, oryantalizmi sömürgeciliğin keşif kolu olarak gören Meriç, "Osmanlı irfandır, Avrupa kültürdür" değerlendirmesiyle "Kültürden İrfana" adlı eserinde şu önerilerde bulundu:
"Hadis-i Şerif, 'Kendini tanıyan Rabbini de tanır' buyuruyor. Önce kendilerini tanımalılar, kendilerini yani ikbal ve idbarlarıyla tarihlerinin bütününü, kendi dillerini, kendi dinlerini, kendi irfanlarını... Sonra insanlığın tarihine eğilmek, Asya ve Avrupa’nın her düşüncesini hiçbir peşin hükme saplanmadan incelemek... Bu çetin yolculukta iki çetin yardımcıya ihtiyaç var. 1) Milli irfan hazinelerini taramaya yetecek zengin ve köklü bir Türkçe (İslam harflerini öğrenmeden böyle bir fethe çıkılabileceğini sanmıyorum) 2) Bir Batı dili, Avrupa'yı, imtiyazlı birkaç züppenin vesayetine ihtiyaç duymadan bizzat tetkik etmek için bir Batı dilini bilmekten başka çare yoktur. Sonra 'ikra (oku)' emr-i celiline uymak..."
Kızı Ümit Meriç ise daha önce Anadolu Ajansı'na verdiği bir röportajında, kitaptan değil kitapsızlıktan korkulması gerektiğini söyleyen ve okumayı "İçimizdeki meçhul alemin kapılarını açan bir anahtar" olarak tanımlayan babasını şu sözlerle anlattı:
"Cemil Meriç'in her günü, eserinin bir sayfasında mündemiçtir. Hiçbir gününü değil, görmediği halde bir dakikasını boş geçirmeyen bir insandır. Ağzından en çok çıkan söz 'Oku evladım' ve arkasından 'Yaz evladım' olmuştur. Onu bir insanlık kahramanı olarak değerlendirmemiz bu açıdan çok önemli. Hepimize, bütün beşeriyete vereceği bir mesaj var. Bunu hiç unutmadan her nefesimizi alıp vermemiz gerekiyor."
MERİÇ'İN ESERLERİ
Cemil Meriç, deneme, inceleme dalında "Hind Edebiyatı (Bir Dünyanın Eşiğinde)", "Saint Simon - İlk Sosyolog İlk Sosyalist", "İdeoloji", "Bu Ülke", "Umrandan Uygarlığa", "Mağaradakiler", "Kırk Ambar", "Bir Facianın Hikayesi", "Işık Doğudan Gelir", "Kültürden İrfana", "Jurnal I-II", "Sosyoloji Notları ve Konferanslar" eserlerini kaleme aldı.
Yazar ayrıca "Onüçlerin Romanı - Altın Gözlü Kız", "Otuzundaki Kadın", "Onüçlerin Romanı - Ferragus", "Kibar Fahişelerin İhtişam ve Sefaleti", "Hernani", "Marion de Lorme", "Ziya Gökalp Türk Milliyetçiliğinin Temelleri", "Köprüden Düşenler", "Dillerin Yapısı ve Gelişmesi (Berke Vardar ile birlikte)" ve "İslam'ın Mirası - Batıyı Büyüleyen İslam" adlı eserlerin çevirisine imza attı.