Nazan Bekiroğlu
Aynı dönemde okumuşuz Üniversiteyi.
Aynı fakültenin, iki ayrı kapısından
dört yıl boyunca girip çıkmışız sınıflarımıza ve kim bilir kaç kez
karşılaşmışız aynı koridorda, fakat hiç fark etmeden geçip gitmişim,
Türkiye'nin en özgün kalemlerinden birinin yanından.
Aynı Fakültenin içinde, bazen sabahtan
akşama kadar "Çırpınırdın Karadeniz..." marşını dinlemek zorunda
kalıp, "yeter, yeteeeer Allah Aşkına, yeter artık susun" diyerek
içimize içimize ünlenip durmuşuz, Nazan Bekiroğlu ile birlikte ama onu
tanımadan.
O, gerçek bir hanımefendi, özgün bir
kalem, samimi ve yüreğe hüzün akıtan bir nazenin üslûp.
Romanları; rahmetli düşünce ve
edebiyat dâhimiz Cemil Meriç'e Nazire yapacak şekilde “işte, bizim
romanlarımız da böyle olur Cemil Bey” diyerek tarihten, gelenekten,
aşktan, vefadan, medeniyetten damar damar kıvrılıp gelen ve gelip sonsuzluk
Okyanus'una akan birer katre i şeb-i yelda ırmağı gibi.
Kendisi ile hala karşılaşmadım,
karşılaşmak nasip olmadı.
Karşılaşsak, birlikte soluduğumuz
Erzurum'dan, Erzurum'un tipilerinden mi yoksa, onun sihirli cümlelerinden mi
söz ederdik bilmiyorum ama, karşılaşırsam ilk evvela Nazan Hanıma çok şanslı
biri olduğunu söylemek isterim.
Çünkü, Nazan Hanım Orhan Okay gibi,
Cumhuriyet Tarihinin en beyefendi, en kibar, en mütevazi ve en bilge
Hocalarından birinin rahle i tedrisinden nasiplenmiştir.
Ben, aynı koridorda, dört yıl boyunca
on, on beş adım ötedeki başka bir sınıfta günümüzle hiçbir ilgisi kalmamış
tarih öncesi Latince metinlerini papağan gibi ezberlerken, adını çok duyup,
gıpta ederek uzaktan izlediğim Orhan Hoca, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde
Nazan Hanımın sınıfında derse giriyordu.
Neylersiniz, bu da nasip işi.
Bu arada, Nazan Bekiroğlu'nun, Hocası
Orhan Okay'la ilgili çok yerinde mükemmel tespitleri ile beraber duygulu,
vefakar, göz yaşartan nefis satırlarını mutlaka okumalısınız.
O çağlayan vari akıp giden nezih
üslupta köpüren kelime ve cümleler, hem Hoca'ya hem de talebesine nasıl da
yakışmış, okuyunca eminim ki bana hak vereceksiniz.
Hangi kitapta mı, dediniz?
Hayır söylemem.
Nazan Hanımın bütün kitaplarını
mutlaka alın ve çocuklarımızın, gençlerimizin yastık altı kitapları olsunlar.
Hele Yusuf ile Züleyha.
Ben, Yusuf ile Züleyha'yı bu kadar
nefis anlatan başka bir kalem tanımadım, duymadım.
Liseli ve Üniversiteli gençler benden
üç beş yastık altı kitap adı istediklerinde; Sezai Karakoç'tan Yitik
Cennet'i, M.Akif'ten Safahat'ı, Nazan Bekiroğlu'ndan Yusuf ile Züleyha'yı,
Necip Fazıl'dan O ve Ben'i, Nuri Pakdil'den Bağlanma'yı, Cahit Zarifoğlu'ndan
Korku ve Yakarış'ı yastıklarınızın altına mutlaka koyun, derim.
Elbette bu kitapların içlerinde
yazılanları çok önemsiyor, çok değerli buluyorum ama ben, asıl bu kitapların
başka bir tarafı ile, gençler için hayati derecede önemli başka tarafları ile
ilgiliyim.
Bu kitaplar dil'in ne denli
lezzetli bir şey olduğunu fark ettiriyor bize.
Okuduğunuz dil'den harf harf, kelime
kelime birer akide şekeri gibi damaklarınıza yapışan dilin lezzeti size, kitabı
bıraktırmıyor, içinde yazılanları algılıyorsunuz ama damaklarınızdaki o
olağanüstü akide tadı'ından dolayı yemeğe, oburca saldırmaya devam
ediyorsunuz. Ardından tıpkı aşka aşık olur gibi, okumaya aşık oluyorsunuz. Gerisi
zaten geliyor.
Ah Nazan Hanım ah !
Görüyor musunuz, beni nerelere
fırlatıp attınız !
Bu nadan kişiyi, bu fakir kardeşinizi
hiç kolladığınız yok, oralarda, o zorlu muhitlerde nasıl kalem oynatırım ki
ben?
En iyisi hemen kaçıp sizin
satırlarınıza sarılmak.
Mor Mürekkep'ten, Anne'ye dair birkaç
kelime:
"....Âh anlatamam.
Güllük gülistanlık bir yol hiç
değildir annelerin yolu.
Ama güldür anneye çocuğu.
Dikenleri yüzünü ve ellerini yırtsa
da.
Gülüm benim, diye sever yavrusunu.
Ve hangi anne dikenlerinden ürkerek
Gülden geri döner ki? "
Nazan Bekiroğlu kendisini şöyle
tanıtıyor bize:
3 Mayıs 1957, Trabzon.
Dört yıllık üniversite hayatı hariç
hep bu kentte yaşadı.
Bulut, Deniz, Yağmur.
Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimini
Erzurum'da aldı.
Kar, Rüzgar, Ova.
Halide Edip'le doktor, Nigâr Hanım'la
doçent.
Şimdilerde Trabzon, KTÜ Fatih Eğitim
Fakültesi'nde Profesör.
Suyun kıyısında.
İki kız çocuğuna anne.
Görünürdeki hayatı bundan ibaret.
Bekiroğlu Hanımefendi, görünürdeki
hayatını iyiki de kısacık tutmuş, değilse, görünmeyen tarafında insana dair
taşıdığı dünyalarca güzelliğe gölgeler serpilebilirdi.
Serpilir miydi?
İhtimal vermiyorum.
Çünkü, Hanımefendi zaten çağımızdan
bir Meryem gibi.
Aşk'a aşık.
o da hepimiz gibi;
Gölgedeydi.
Gölgelendi, Allah geçinden versin,
gidecek.
Ömrün uzun, kılıcın keskin, imanın
kavi olsun kardeşim.
CÜMLEDEN CÜMLEYE....
Siz yeşertin
varsın anlamasın korucula, kocaman
elleriyle
yürüyün, parıltısı olmayan, sönük
kumlu
yollarda
ışısın yüreğiniz.
Süleyman Çelik/ Seyir Defteri
Ferman Karaçam - Haber 7