Said Şamil’den Azerbaycan’a
Şu itirafa bayılıyorum: “okumuyoruz”.
Bu kelimeyi kullananlardan bazıları, çaktırmadan, “aslında ben çok okuyorum da, başkaları pek okumuyor” der gibi, araya gizli bir nefis sokuşturmuyor değiller ama, ben öyle yapmayacağım.
Direkt olarak itiraf ediyorum: ben bu muhteremi, bu Mehmet Said Şamil denen münevver ve muhterem şahsiyeti tanımıyordum.
Yakın zamanlarda adına ilk defa, Ali Ulvi Kurucu rahmetlinin hatıratında rastlamıştım.
Son derece ileri görüşlü, ihlaslı, ümmetin dertleri ile hemhal ve gerçekten de dedesi Şeyh Şamil’e layık bir torun.
Evet, Şeyh Şamil’in küçük oğlu M.Kâmil Paşa’nın oğlu.
Sultan Abdülaziz zamanında ailesi Medine’ye göç etmiş.
1901 yılında Medine’de doğmuş.
Ve 1908 yılından sonra tekrar İstanbula dönmüşler.
İstanbul Galatasaray Lisesi mezunu.
Birinci Dünya Savaşından sonra, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan edince, bu yeni ortaya çıkan devletin savunmasında yer almak için, 1920-21 yıllarında Dağıstan’a giderek çok genç yaşlarda Rus Kızıl ordusuna karşı savaşa katılmış.
Daha sonra, ne yazık ki, Kafkasya’nın tamamen Rusya tarafından işgal edilmesiyle Türkiye’ye dönmüş.
Bir çok Avrupa devletinde özellikle, uzun süre, Berlin’de bulunmuş.
Almanya’nın Kafkasya davasında Rusya’ya karşı samimiyetine inanarak, o sırada yani 1942’de Alman Hükümeti ile görüşmeler yapmış, ne var ki, Kafkasların bir bölümünde söz sahibi olmalarına rağmen, orada da Bağımsızlığa izin vermeyince, Kurulan “Kuzey Kafkasya Milli Komisyonunda” verilen görevi kabul etmemiş.
Arapça, Türkçe, Fransızca, ve Rusça biliyor.
Kafkasya Dağlıları, Dış Türkler ve Sosyalizm, Yahudi Davası ve Filistin, Kafkasya Temsilcisi Konuşması ve biri Arapça, biri Fransızca, diğerleri Türkçe olmak üzere, dört tane kitabı var.
Yıllar sonra Said Şamil’i yeniden Mekke’de ve Medine’de görüyoruz.
Harem-i Şerife yakın bir evde bekâr olarak yaşamaktadır.
Evi adeta bir dergah, bir medrese ve bir akademi gibidir.
Elbette, bu tanıtımı yaparken, bu önemli mücahit, muvahhit ve aydın şahsiyetin tanınmasına katkı sunmak niyetindeyim fakat, asıl amacım, bugün yaşanan Azerbaycan-Ermenistan savaşının arka planı hakkında, bundan 60-70 yıl kadar önce, çok keskin ve isabetli görüşleri takdirlerinize sunmaktır.
İşte Said Şamil Bey’in yarım yüzyıldan daha fazla bir zaman önce yaptığı konuşmalardan bazı paragraflar:
“....Şimdi şu Ermenistan’a bakın.
Bu da geleceğin İsrailidir.
Türkiye ile Müslüman Türk Dünyası arasına, aradaki yolu kapatmak, alakayı kesmek için kuruldu, büyütülecek.
Keşke ben yanılsam, yarın Türk diyarları istiklallerine kavuşunca sizden yardım umacaklar.
Başka kimleri var ki?
Şimdiye kadar da hep bu ümitle yaşadılar.
Stalin’in en belalı günlerinde bile gönüllerindeki bu ümit ve arzu ile yaşadılar.
Böylece imanlarını muhafaza ettiler.
Şimdi Hristiyan dünyası Ermenistan’ı büyütüp kuvvetlendirecek ve onu Türkiye ile Azerbaycan ve diğer Türk dünyası arasına bir set gibi çekecek.
Değil onlara yardım edebilmek, ziyaret etmek için bile Ermenilerden vize almak zorunda kalacaksınız ...”
Elbette Mehmet Said Şamil Bey’in söyledikleri sadece bu kadar değil, rahmetli Ali Ulvi Kurucu’nun hatıratının üçüncü cildinde bu şahsın çok önemli ileri görüş düşüncelerine tanık olacaksınız.
Dikkatli bakan gözler; Türkiye, sadece sınıra yakın yerlerden değil, okyanus ve denizlerden de ciddi bir Haçlı kuşatması ile karşı karşıyadır.
Adım adım bu kıskacı daraltıp üstümüze üstümüze geliyorlar.
İçeride ise; kendisini deha olarak pazarlayan, fakat ufku, tek bir Konya’nın “stratejik” kalıplarını bile geçemeyenler, seçimlerde Konya’dan ne kadar oy alacağının hesabını yaptırıyorlar, anketlere.
Doğru, okumuyoruz.
Fakat, okuyanlarımız da, daha derin stratejik bencillikler peşinde.
Vah ki, vah...!
İşte bu nefisler, bu egolar yüzünden değil mi ki, yüz yıllardır bu ümmet birlik ve dirlik yüzü görmedi.
Ferman Karaçam - Haber 7