'Kalpleri ayarlama enstitüsü'

'Kalpleri ayarlama enstitüsü'

Kültür Edebiyat

Psikolog Dr. Hicran Tülüce ve Kardiyolog Prof. Dr. Ahmet Taha Alper'in kaleme aldığı "Kalpleri Ayarlama Enstitüsü" Destek Yayınları'ndan çıktı.

Elime aldığımda bitirmeden bırakamadığım bir kitap oldu. Sade anlaşılır bir dil.  Tıp literatürüne yabancı benim gibi birisi bile - “heterotelkin” gibi birkaç kelimeyi hariç tutarsak- kolayca anlayabileceği bir anlatım dili var. Bir zamanlar aritmi yaşayan, bir defa da anjiyo olan bendeniz keşke bu kitabı kırklarımda okusaydım dedim. Kalbin genetik yatkınlıkların dışında stres, depresyon, A tipi kişilik ile çok yakın ilişkisi olduğunu hepiniz bilirsiniz. Kültür olarak “Ya mukallibel kulûb! Kallib kulûbenâ ahseni hal” Ey kalpleri halden hale çeviren Allah’ım! Kalbimizi en güzel hale çevir” diye dua eden bir muhitte yetişmişizdir. Kitap ise “Doktorun sensin! Kalbini ayarlamak elinde” demekte. Yani işi Allah’a havale etme yerine direksiyona geç ve fiili olarak kontrolü eline al demekte. Ayrıca kitabın bir psikologla beraber yazılması da çok isabetli olmuş. Kitapta bunu bariz olarak hissedebiliyorsunuz.


Şöyle bir kuş bakışı/holistik özetlersek:

Hayat kalbimizin iki sesi arasındaki yaşamdan ibaret. Onun atışıyla başlayan ve susmasıyla biten yaşam.

Her gün yaklaşık 7 ton kanı 90 bin km damarlara pompalayan mucizevî organımız.

Beynimiz ve kalbimiz çift yönlü birbirleriyle etkileşirler. Kalbimizdeki sinirler de beyin gibi hissedebilmekte, öğrenebilmekte ve hatırlayabilmekte. Kalbimiz de beyin gibi hormon salgılamakta. ANF ve özellikle oksitosin! Ki sosyal davranışlar, öğrenme, hafıza ve empati ile doğrudan bağlantılı olan hormon.

Yine uzmanlar duygusal zekadan (EQ) farklı bir “kalp zekâsından” bahsediyorlar. Kalp zekâsı; akademik (IQ) ve duygusal zekânın dışında sezgileri, içgüdüleri ve ilhamları da kapsamakta. Günümüzde duygusal zekâ akademik zekâdan daha önemli olduğu kabul edilmiştir. Ki bunun kalbimizle yakından alakası vardır. Bu yüzden uzmanlar kalbe dayalı bir yaşam önermekteler. Kalbimizin ritmiyle duygularımız arasında doğrudan bir korelasyon var. Olumlu duyguları aktif hale getirerek hayatımızı ve çevremizi değiştirmek mümkün.

“Kalp kalbe karşıdır” sözünü bilim insanları da doğrulamış durumda. Kalplerimiz elektromanyetik alan etkileşimleri yoluyla iletişim kurmakta imiş. İyi mi? Zira kalbin manyetik alanı beyinden 100 kat daha güçlü. Birbirimizi çekici veya itici bulmamız frekanslarımızın uyuşmamasıyla bağlantılı. Örneğin kalbimizde sakladığımız kin ya da sevgi dışarıya aksetmekte.

Çok uzun zamandır akıl ile duyguların çatıştığı ve akıl el üstünde tutulurken, duyguların günaha davet ettiği, kişiyi hataya sürüklediği düşünülmüştür. Günümüzde ise duygular (duygusal zekâ) öne çıkmıştır. Akıl bizi başarılı kılsa da bizlere derin ve anlamlı bir yaşam vadedemez. 20. Yy. beyin çağı olduysa 21. Yy. kalp çağı olacak. Sürekli dinlediğimiz bilinçaltından gelen bir iç sesimiz vardır. Zihnimizin ürettiği bu seslerin çoğu olumsuz ve eleştireldir. Bunların altında korkular ve endişeler yatar. Kalbimizin sesi ise şefkatli ve olumludur. Bu ses masumdur; korkuyla değil, değil sevgiyle konuşur. Zihnimizin bastırdığı bu sese kulak vermek gerekir. Kitap kalp sesine daha çok yer açmak için on altın kural vermekte.

20. yy. en önemli keşiflerinden biri de bilinçaltının keşfidir. Bilinçaltının düşüncelerimiz ve yaşamımız üzerinde olağanüstü bir etkisi vardır. Bilinçaltı adeta bir yazılım programı gibi arka planda sessizce çalışarak bizi yönlendirir. Her gün zihnimizden yaklaşık 80 bin düşünce geçer. Bunların çok küçük bir kısmı bilinçli zihnimizin ürünüdür. İnsan daha anne karnında iken kayıt tutar. Beş duyuyla tuttuğu bu kayıtlar devasa boyutta duygusal ve fiziksel bir veritabanı oluşturur. Bu veritabanının sadece yüzde beşi bilinçli % 95’i ise bilinçaltı zihnimizdir. Ve bu karanlık depo bilinçli zihnimizden 10 bin kat daha hızlı çalışır. Tüm inançlar, korkular, umutlar geçmişe ve geleceğe dair her şey oradadır.

Aynı hastalıktan muzdarip iki kişide hastalığın seyri tamamen farklı olabilir. Zira biyolojimiz düşünce ve duygularımızla, inançlarımızla iç içe geçmiştir. “İnancın Biyolojisi” kitabının yazarına göre; çekirdek inançlarımızı değiştirerek hücrelerimizin gelişimini ve işleyişini değiştirebiliriz. Çünkü inançlarımız biyolojimizi değiştirebilir. Radyonuzda kanal değiştirir gibi iç sesinizin frekansını da değiştirebilirsiniz. Sağlığınız ve mutluluğunuz için kendimize değer vermeyi, içimizde yeterli kapasite olduğunu bilmek kâfi. Kendimizi sevme, öz saygımızı arttırma sorumluluğumuz var. Nosebo yerine Plasebo. “Zarar vereceğim” yerine “ Memnun edeceğim”. Olumlu düşünce ve telkin ile kendimizi iyileştirmek mümkün. Maalesef modern tıp fiziksel verilere odaklandığından nasıl hissettiğimizle pek ilgilenmemiştir. Sevgi ve şefkat hem koruyucu hem de iyileştiricidir. Beyin olumsuza meyillidir. Kalbin olumluya olan inancı desteklenmelidir. (Yine kitap bilinçaltımızı yeniden programlamak için bazı yöntemler önermektedir.)

Olumsuz duygular içinde kalbe en çok zarar veren duygu öfkedir. Ani öfke elektriksel dengesizlik yaratarak kalp atışlarını düzensizleştirmektedir. Bu da kalp krizi riskini tam beş kat, felç riskini de üç kat arttırmaktadır. Öfke adrenalin salınımını da arttırmaktadır. Adrenalin ritim bozukluklarının da arttırmaktadır. Keskin sirkenin küpünedir zararı. Haliyle öfke nöbetinin sonunda kişi kaygı, suçluluk ve değersizlik duyguları içinde kala kalır.  Kitap öfkeyle başa çıkmanın yollarını sıralamış. İlginç yöntemlerden biri de “öfkenizi içinize gömmeyin! Yapıcı bir şekilde ifade edin” tavsiyesi.

Yine kaygıyı yönetme yöntemleri, stresin kalbe ağır maliyeti ve stres yönetimi gibi oldukça yararlı pratik bilgiler bulunmakta.

Neyse kitabın özetini verme niyetinde değiliz. 

Özetle kalbimizle beynimizin korelasyonuna dikkat çekilmiş. Kalbimizin aşkla, sevgiyle atması beynin mutluluk hormonu olan dopamin ve kalp dostu oksitosin hormonu salgılamasını temin etmekte. Aşkın fazlası da zarar canım. Nitekim Mecnun’u da aşk acısı öldürmüş. “Kırık Kalp Sendoromu” da kalp krizine benzer belirtiler gösterirmiş. Bekarların kalp krizinden ölmesi iki, üç kat fazla imiş. Evliğin kerameti işte. Evliliği bir tohum gibi besleyip büyütmek tavsiye ediliyor.

“Mutluluğun iyileştiremediğini hiçbir ilaç iyileştiremez.”




 

Paylaş