Değişmeyen Tek Güç
Dünyanın merkezi yer değiştiriyor.
Paranın, bilginin, teknolojinin ve
silahın üstünlüğü yavaş yavaş da olsa, batıdan Asya’ya doğru kayıyor.
İklim değişimi kendisini
dayatıyor.
Çin’deki karbondioksit salınımı,
dünyadaki salınımın %30’unu bulması hatta bunun üzerini zorlaması yani, dünyayı
zehirlemesi ve iklim değişimini körüklemesi giderek endişenin ve Çin’e karşı
sertleşmelerin dozunu arttırıyor.
Dijital hayat, dijital para yaşantımıza
yavaş yavaş adımlarını atıyor.
Siber güç, kendisini her gün git
gide, daha fazla hissettiriyor.
Ekonomi, sosyal hayat, iş hayatı,
nüfus... Covid-19 eliyle yeniden şekilleniyor.
Karada, denizde ve havada
yapılacak savaşların belirleyeni, bundan böyle muhtemelen insansız araçlar
olacak.
Teknoloji bir yandan hayatımızı
kolaylaştırırken, öte yandan daha çekilmez ve kompleks bir hale getiriyor
hayatı.
Teknolojinin olumlu içeriklerine
paralel gelişen olumsuz ilerleyiş, haksız kazancı, vurgunu, dolandırıcılığı,
soygunları ve emek hırsızlığını dayanılmaz boyutlara taşıyor.
Yine teknolojinin; ekonomiyi,
sağlığı, eğitimi ve nihayet sosyal hayatı değiştirmesine paralel olarak kültür
ve inançlara yönelik eleştiriler ortaya çıkıyor; ateizm, deizm ile diğer pagan
kültür ve inançların yeniden konuşuluyor olması bundan.
Eğitim ve eğitimin materyalleri
yepyeni bir anlayış ve içerikle ülkeler ve milletler arasındaki rekabetin
boyutlarını, daha ileri küresel boyutlara ve çatışmalı alanlara taşıyor.
Tıp, sağlık ve sağlığa değgin
kavram ve kalıplar uluslararası kavga ve çatışmaların içeriğine daha farklı
mikrop ve virüslerle farklı bir giriş yapacak kapılar aralıyor.
Robotlar hızlı bir şekilde
hayatımızın her alanına nüfuz ederken, özellikle iş hayatında yeni fırsatlar ve
riskler ortaya çıkarıyor.
Ulaşım, iletişim ve alt yapı bu
değişim ve dönüşümleri omuzlayacak devasa bir büyüklük ve önem kazanıyor.
Eminim ki Türkiye, bunun farkında
olduğu içindir ki, ulaşım ve alt yapıya Cumhuriyet Tarihinde hiç olmadığı kadar
önem veriyor, 17 yılda, 910,1 milyar lira ile bu alanlara harcama ve yatırım
yapıyor.
İleride bunu daha da arttırmanın
gerekli olduğunu, hep birlikte göreceğiz.
Demokrasi; Osmanlıdan sonra ortaya
çıkan BM’nin adaletsiz uygulamalarının ve materyalist felsefe temelli seküler
hayatın yükünü daha fazla taşıyamayıp sarsılmaya hatta yer yer kırılmaya
başlıyor.
Söz konusu hayatı en yoğun yaşayan
Batı’da ve ABD’de ortaya çıkan bu kırılmalar, ileride, kendi içinde daha yoğun
ayrışma ve çatışmalara dönüşecek gibi görülüyor.
Hukuk, bu hızlı dönüşümlere ayak
uyduramadığı, daha yavaş işlediği için çok ciddi adalet sorunları ve
mağduriyetler yaşanıyor.
Yaşadığımız ve bildiğimiz tüm
kavramların ve disiplinlerin kimileri daha basit, kimileri daha karmaşık olarak
yeni form ve kalıplara bürünerek “hayatın akışına” katılıyor.
Bütün bunlara rağmen değişmeyen
tek şey: İnsan.
Aklı, yüreği, ruhu ve bedeni ile
insan.
Elbette insanı da, bu değişimle
birlikte ele alan çalışmalar yok değil.
Fakat eğer, insana özgü “insani”
bir hayat biçimini hayata hâkim kılacak daha güçlü ve dayanıklı unsurlar ile
insanı donanımlı kılmayı başarırsak, hiç şüphesiz, bu çılgın değişim ve
dönüşümlere karşı çok ciddi bir direnç ve sonunda mutlak bir başarı elde
edebiliriz.
İnsanı dayanıklı ve donanımlı
kılacak olanın, evvela kendisinin korunaklı ve değişimlere karşı dayanıklı
olması gerekiyor.
Bilinen bilinemeyen tüm âlemleri
ve varlığı Var Edenin geçmiş ve gelecek çağlara karşı değişmez ve
değiştirilemez kıldığı elimizdeki tek unsur ise, Kur’an ve Peygamberimizin (as)
yaşantısıdır.
Bu iki güç; hem evrende olabilecek
değişim ve dönüşümlere karşı olan sarsılmazlık ve dayanıklılığı, hem insanla
birlikte var olan inanma ihtiyacına cevap veriyor olması ve hem de, insanı
kendi zırhına büründürecek özellikte ilahi kaynaklı olması bakımından tutunacak
yegâne dayanağımızdır.
Ancak bugün Türkiye, tüm bu
değişimleri dikkate alarak insanımızı bu zırha büründürecek adımları atıyor mu?
Bunu konuşmamız, tartışmamız
lazım.
Ben, Cumhurbaşkanımızın, ekonomi,
hukuk, kültür, aile gibi diğer bazı alanların yanında “Eğitimde reformdan
da” söz ettiğini elbette biliyorum.
Hatta 2021 yılındaki 1 trilyon
346,1 milyarlık bütçede en büyük payın 211.4 milyar TL ile yine, Milli Eğitim
bakanlığına ve eğitimin diğer kurumlarına ayrıldığını da biliyorum.
Buna hiç bir diyeceğim yok.
Dahası, bunun için AK PARTİ’ye ve
lideri Erdoğan’a minnet borcu vardır bu ülkenin.
Çünkü geriye dönük olarak
baktığımızda, 2002’den önce, merkezi bütçelere göre, eğitimin bütçedeki payı
hep yetersiz oldu.
Ne var ki, benim söylemek
istediğim, daha başka bir şey; evet eğitimde bir devrimden, insanı bugünkü
kırılgan ve yozlaşmış kalıpların dışında, yeni baştan ele alan ve onu zırha
yani Kur’an ve Sünnet zırhına bürüyüp çağın, bugün tamamen sallantıda olan
materyalist ve seküler anlayışına ve yıkıcı teknolojisine karşı zafer kazanacak
bir eğitimden bahsediyorum.
Daha nitelikli öğretmenlerden,
Daha nitelikli öğretmen yetiştiren
kurumlardan,
İnanç, erdem, ilim, hilm, irfan,
sanat ve kültürde dünyaya örnek olmuş geçmişimizi geleceğimize, müfredat
proğramlarımıza taşıyacak bir kültür ve eğitim devriminden söz ediyorum.
Sadece kültürü düşünen, kültürü mecz etmiş, meşk etmiş, idrak etmiş bir Kültür Bakanından ve Bakanlığından söz ediyorum.
Öğretmenliği bilginin, idealin ve
cazibenin merkezine yerleştirecek anlayış, ekonomik destek ve tepeden tırnağa
bir değişiminden bahsediyorum.
Şu anda yaşanan ve gelecekte
yaşanacak evrensel değişimlerin önünde insanı, “insanî” özellikleri ile
tutundurabilmenin mantıklı ve tutarlı başkaca hiçbir yolu yoktur.
Dahası; hem bugünkü lider ve hem de iktidar, tüm Ümmet için tarihi bir fırsattır.
Ferman Karaçam - Haber 7