Ucuz Politika
Zaman zaman bazı kimseler, muhalif oldukları partilerin siyasetlerinde değişimler yapılmasından dolayı şiddetli eleştiriler yöneltir.
İlk bakışta
haklı gibi görülen bu eleştirilerin dozajı, eleştiri yöneltilen tarafın, nasıl
bir değişimle suçlandığını örtecek kadar şiddetli olduğu için, meselenin
esasını kavramakta zorlanırız.
Geçenlerde
Gelecek Parti Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu “AK PARTİ’nin 2002 yılının partisi
olmadığını, eğer olsaydı Devlet Bahçeli hem Erdoğan’ı suçlar, hem de partisinin
kapatılmasını isterdi” dedi.
AK PARTİ ‘nin
kuruluşundan bugüne kadar, izlediği politikaların kağıt üzerinde yazılanlardan
ziyade, fiili sonuçlarına odaklandığımız zaman elbette, yaklaşık 20 yıl
iktidardaki bir siyasi harekette ilk günden bugüne bir takım değişimlerin
olduğunu fark ederiz.
Ne var ki, bu
değişimlerin ana eksende olmadığını, bir kısmının konjonktürel, bir kısmının da
“elzem=kesin gerekli” olduğunu görürüz.
Bunun da çok
normal olduğunu söyleyebiliriz.
Fakat
Davutoğlu’nun kastettiği değişimin Kürt meselesinde olduğunu, konuşmasının
ilerleyen bölümlerinden anlıyoruz.
Evet, AK
PARTİ’nin Kürt meselesi değil de, çünkü, bu konuda zaten AK PARTİ eski
Türkiye’nin Kürtler üzerindeki baskı, inkar, red ve asimile anlayışını adım
adım ortadan kaldırmıştır.
PKK konusunda
ise, o günlerden bugünlere önemli bir değişim yaşandığını görüyoruz.
Açıkçası
benim de, şahsen desteklediğim “Çözüm Süreci” politikalarının değişimini
hakkaniyetli bir şekilde ele alırsak AK PARTİ’nin bu konuda ne kadar haklı veya
haksız olduğunu görürüz.
Zamanın
Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Kan Kusup Kızılcık Şerbeti İçiyorum” dediği
Çözüm Sürecinin en önemli kısmı hiç şüphesiz devletin, PKK ile Oslo’da yaptığı
görüşme ve hiçbir silahlı eyleme karışmamış olan ve silah bırakmak isteyen
PKK’lıların “sessiz sedasız” evlerine dönmesi kısımlarıydı.
Her iki
noktada da hem PKK’nın, hem de devletin barış konusundaki samimiyeti test
edilmiş ve halkın gözlerinin önüne serilmiştir.
1- PKK,
devletin, büyük bir özenle üzerinde durduğu gizli kalması gereken Oslo
görüşmelerini kamuoyuna sızdırmıştır.
2- Devlet,
barış sürecine olan sadakatini sürdürürken PKK, HDP’li belediyelerin de araç
gereç desteği ile Güneydoğu’da birçok il, ilçe ve beldede çukurlar kazarak,
kazdığı çukur ve evlere silah ve eğitimli militanlar yerleştirerek devlete kafa
tutmuş ayrıca, silah bırakıp sessizce eve dönmesi gerekenler de, Habur’da
araçlar üzerine çıkarak bayrak açmış, zafer kazandıklarını iddia edip bu durumu
da istismar etmişlerdir.
3- Öte yandan
PKK, 2009’larda başlatılan bu “ Milli Birlik ve kardeşlik Projesi”ni, 2011’de
Çukurca, 2012’de Gaziantep, 2014 yılında Demirtaş’ın kışkırtması ile Yasin Börü
ve 53 masum Kürt vatandaşın katledilmesi, 2015 yılında yaptığı Ceylanpınar ve
daha onlarca kalleşçe saldırısı ile fiilen kendisi bitirmiştir.
Tüm bunlar
olurken Davutoğlu da AK PARTİ’de, danışman, milletvekili, Bakan ve hatta genel
başkan ve Başbakandı.
Yaşanan tüm
bu olaylarda Halk, devletin samimiyetini, PKK’nın da istismarını açıkça
görmüştür.
Ayrıca
dünyanın birçok ülkesinde devletlerin çete ve örgütlerle yaptıkları benzeri
görüşmeler barışla sonuçlanırken Türkiye’nin PKK ile yaptığı görüşmeler
sonuçlanmayınca, PKK’nın “Bizim Dağın Eşkiyası” olmadığı (tabir bana aittir),
PKK’nın ardında yabancı gizli örgüt parmağı ve emperyalist emeller olduğu, çok
net olarak ortaya çıkmıştır.
Eğer bugün
Güneydoğu’da Şırnak, Ağrı gibi HDP’nin geçmişte kalesi durumunda olan birçok
şehir ve kasaba PKK’nın meclisteki siyasi temsilcisi olan HDP’ye oy vermemişse
bunun sebebi, barış sürecinde PKK’nın emperyalist ülkeler tarafından kurulup
yönetildiğinin çok şeffaf olarak ortaya çıkmış olması ve bunun halk tarafından
anlaşılmış olmasındandır.
Bu durumun
ortaya çıkıp görülmesinden sonra, daha doğrusu halk tarafından anlaşılmasından
sonra, iktidarda olan AK PARTİ’nin bu konuda politika değişikliğine gitmesi de
gerekli olmuştur.
Çünkü artık
bu meselenin sadece PKK meselesi değil, PKK’nın ardındaki esas patronlarla
savaşmanın gereği ortaya çıkmıştır.
AK PARTİ ‘de
bunu yapıyor.
Bu kadar açık
olan bir sebepten dolayı AK PARTİ’yi ve onun liderini PKK meselesinde politika
değişikliği ile suçlamak insafla bağdaşmaz, tersine bu, ucuz yapılan politik
bir çıkış ve eleştiridir, ayrıca da Türkiye çıkarlarına aykırı, temelsiz ve
gayri millidir.
Davutoğlu,
anlaşılıyor ki, bir nefis tatmini peşinde.
Madem ki,
amaç gerçekleri görmek ve ifade etmek değil de, basit ve anlamsız
atraksiyonlarla tatmin olmaktı, kendisine uygun başka “Derin Stratejik” bir
yöntem bulabilir ve bugün söylediklerinden çok daha fazla ilgi toplayabilirdi.
NOT: Bir Ocak
2021 tarihinde yayımladığımız “Sayın Fuat Oktay’a Açık Mektup” başlıklı
yazımızda Ardahan Üniversitesi kurucu Rektörü olarak adı geçen Sayın Profesör
Dr. Ramazan Korkmaz aradı ve yazımızda kendisini Fetö’cü olarak ima ettiğimizi,
halbuki Fetö ile uzaktan yakından bir ilgisinin olmadığını söyledi.
Ayrıca,
Kayyım olarak atandığı Fatih Üniversite’sinde bir aydan fazla çalıştığını ve
görevden alınmadığını, kendi isteği ile ayrıldığını bildirdi.
Sorumlu gazeteciliğimiz gereği olarak, Hocanın bu beyanını aynen yayımlıyoruz.