Erdoğan’dan Özeleştiri Tekrarı
Geçen Cuma günü Başkan Erdoğan, memleketi Rize’de kendi adını taşıyan Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesinin ek binası açılışında konuştu.
Konuşmanın
büyük bölümü genel olarak Üniversiteler konusunda, özel olarak da Rize’de
isminin verildiği üniversiteden beklentileri, oraya yapılan yatırım ve
destekler ile ilgiliydi.
Dikkatle
dinlediğim konuşmanın sonlarına doğru Erdoğan, daha önce muhtelif ortamlarda
dile getirdiği gibi, bir kez daha kültür, aile ve eğitimde, diğer alanlarda
sağlanan başarıyı elde edemediklerini, yani istenilen, arzu edilen mesafeyi
alamadıklarını söyledi.
Bu özeleştiri
son derece önemli.
Defalarca en
üst makam tarafından dile getiriliyor olması daha da önemli.
Konunun
hassasiyeti ve önemi açık ve tartışılmaz olduğuna göre, ben de, bir kez daha
buradan hem Erdoğan’ın kendi ifadelerini virgülüne dokunmadan tekrarlayıp ve
hem de kısaca tekliflerimi yenilemek istiyorum.
Erdoğan’ın
geçen Cuma günü Rize’de yaptığı konuşmanın ilgili bölümü aynen şöyle:
"Burada
bir özeleştiri yapmak istiyorum.
Evet,
ülkemizde tarihimizin en büyük alt yapı hamlesini gerçekleştirdik.
Reformlarla
hukuktan ekonomiye her alanda yepyeni bir Türkiye inşa ettik.
Ülkemizi
güvenlikten diplomasiye her alanda itibarlı bir seviyeye çıkardık.
Ama tüm
bunları yaparken aile, eğitim ve kültür konularında arzu ettiğimiz inkişafı
sağlayamadığımızı da kabul etmemiz gerekiyor. Elbette eskiden beri bu
hususlarda ciddi eksiklikler, baskılar, ciddi saptırma gayretleri var.
Bizden önceki
neslin bizim neslimizin ve bizden sonraki ilk neslin hayatı bu çarpıklıklarla
mücadele ederek geçti.
Tüm baskılara
rağmen ailemize, kültürümüze, inancımıza sahip çıktık.
Ayasofya'dan
başörtüsüne, kamuya girişten iş dünyasına kadar her alanda süren bu mücadele
hepimizi hem yetiştirdi hem diri tuttu.
Bugün tüm bu
hususlarda çok daha ileri seviyelerde olmamız gerekirken pek çok sıkıntılı
görüntüyle karşı karşıyayız.
Demek ki bir
yerlerde bir şeyler eksik.
İnşallah
önümüzdeki dönem aileden eğitime, kültürden sanata tüm bu alanları
önceliklerimiz arasına alacağız. " dedi.
Elbette bütün bu özeleştirilerin altına biz de imzamızı atıyoruz, ancak, burada en önemli olan hususun altını şu şekilde çizmeliyiz:
Uzun bir
iktidar süresi yaşandığı halde bu konularda ilerleme olmadığına göre, öyle ise
19 yıl geç kalınmıştır.
Bu kadar
zaman geç kalındığı dikkate alınarak, daha fazlasına müsade edilmemelidir ve
derhal harekete geçilerek mümkün olan çalışmalar yapılmalıdır.
Aile
konusunda yapılacak çalışmalar hiç şüphesiz ve tartışmasız “anne” odaklı, anne
merkezli olmalıdır.
Eğitim
konusunda; söz konusu olan Milli Eğitim Bakanlığını tepeden tırnağa, tüm
hiyerarşik sistemi bir devrime tabi tutmalıdır.
Koronadan önce,
lise seviyesinde bir özel okulun Türkçe ve Edebiyat derslerinde hangi kitapları
işlendiğine baktım ve öğretmenleri ile konuştum.
Derslerde,
devletin parasız verdiği kitaplar adeta bir tarafa atılmış, sınıf defterine
ders işlendiği yazıyor ve öğretmen imzasını atıyor.
Gerçekte,
derslerde işlenen kitaplar ise, yardımcı kitaplar.
Yardımcı
kitaplara baktım.
Verilen
örnekler ve asıl işlenen metinlerde eski Türkiye kafası, eski Türkiye zihniyeti
hala yerli yerinde duruyor.
Sadece konu
başlıkları devlet kitaplarının başlıkları ile aynı, içeriği tamamen farklı.
Bu ve benzeri
ard niyetli meselelere mutlaka bir çözüm bulunmalıdır.
Kültür
konusuna gelince; öncelikle Kültür ile Turizm, bakanlık olarak birbirinden
ayrılmalıdır.
Kültür de
diğer bakanlıklar gibi ayrı bir bakanlık olmalıdır.
Yıllardır
Kültürü, turizmin yedeğine alarak kültüre bakışımızı, kültür anlayışımızı iyice
daraltıp, birkaç değerli kültür adamımızı doğum veya ölüm yıldönümlerinde anmak
mesabesine indirdik.
Oysa bizim
medeniyetimizde yaşanmış her şeyin, bize ait kültürel bir kodu ve değeri
vardır.
Mesela
savaşlarımızın, barışlarımızın, hicretimizin, adalet anlayışımızın, bilim,
imece, müzik, tasavvuf, komşuluk, ticaret, oyun ve eğlence. Bütün bir medeniyet
geçmişimizden hayata yansımış, kültürel değerlerimiz arasına katılmış zengin ve
emsalsiz örnekler var.
Hatta bunlar
arasında, üzerine doktora yapılmış olanların da bir kısmı üniversite
kütüphanelerinde, arşivlerde üzerlerindeki tozların alınarak, elden geçirilip,
çocuklarımızın müfredat programlarına girmeyi bekliyor.
Neden mesela;
Emil Zola ve Direyfuz Davası ya da, Voltaire ve Calas Davası, Sirven Davası
bugün hala Fransız okullarında birer kültür dersi olarak okutuluyor da, bizim,
Hicret gibi bir büyük devrimci geçmişimizden, Hz. Ömer’in uygulamalarından
adalet konusunda yüzlerce örnek dersler oluşacak bir geçmişimizden, kültürel
metinler çıkarıp çocuklarımıza okuyamıyoruz?
Bu ve benzeri yüz binlerce örnek dururken, biz bugün hala yılda bir defa Mevlana’yı ya da Hacı Bektaş’ı anma törenlerinde konuşulanlara alkış vurarak vakit geçiriyoruz ve ne yazık ki, geleceğimiz olan çocuklarımız da, bu konuşulanlardan hiçbir şey anlamıyor.