Yara Kalbimizde

Yara Kalbimizde

Kültür Edebiyat

Üstad Cemil Meriç, “Kırk Ambar” kitabında, ünlü gazeteci Aclan Sayılgan’ın “Deprem” adlı belgesel romanına uzunca bir tahlil yazar.

Bugünün ve yarının sosyologları için değerli bir malzeme deposu olduğunu söylediği kitap tahlilinin bir yerinde şöyle diyor Cemil Meriç: “Yarayı dağlamak: iyi ama yara kalbimizde” 

Bu cümle, sadece, tâ 1970’lerde yazılmış bir belgesel romandaki tespitlerin doğruluğunu dile getirmiyor.

Bu yaraların, Osmanlı yıkılırken açıldığını ve hala kanamaya devam ettiğini söylüyor bize. 

Şöyle bir etrafınıza bakın, ne demek istediğimi hemen farkedersiniz.

Adına “İslam Dünyası” dediğimiz ve ağırlığı Arap, Zenci, Türk, Kürt ve Fars dünyasına bir bakın.

Paramparçayız. 

İşin acı tarafı da şu ki; kara ve kızıl emperyalistler, İslam Dünyası dediğimiz topraklarda, kendilerine sadık kukla krallar, şeyhler ve liderler bıraktıkları uzun yıllardan beri, bu kuklalar kendilerinden daha zalim, daha katil ve parçalayıp küçülterek yok etme işinde emperyalist patronlarına göre daha bir ustalaştılar.

Şu mübarek Ramazan ayı içerisinde sadece Afganistan’da yüzden fazla insanın bedeni bombalarla parçalandı, onlarca insan da sakat kaldı. 

Filistin’de neler olup bittiğini ise, hep birlikte görüyoruz. 

Yanı başımızdaki Suriye’de şu İran dediğimiz ve güya Amerikancı Şahlık rejiminin yerine kurulan ve adını “İslam Cumhuriyeti” olarak değiştiren ülkeye bakın.

Birkaç gün önce, Haber merkezlerine düşen haberlerden biri şöyle: 

“ Suriye’de İran mezhepçiliği yaygınlaşıyor: 2011 yılında başlayan iç savaşın ardından 50 ayrı grup halinde 100 binden fazla milisle Suriye'nin dört bir yanında hakimiyet alanları oluşturan İran, ülkenin sosyolojisini de değiştirmeye başladı.

Özellikle son bir yılda mezhep/kültür yayılmacılığı zirve yaptı; 

Rakka, Deyrizor, Haseke ve Humus'un bazı bölgelerinde yıllardan beri Cami olarak ibadet edilen, yüzden fazla mekan, Şiilerin matem törenlerini yaptıkları, Hüseyniye’ye çevrildi. 

Camilerde ezan Şii usulü okunmaya başlandı.

Deyrizor'a bağlı El Mayadin ve Al-Muhasen'de Şii mezhebini yaymak için kurslar açıldı. 

Özellikle gençler arasında mezhep değişikliği için kampanyalar düzenleniyor.

Mezhebini değiştirenler ise paralı milis güce alınıyor”

Bir diğer haber ise en az bunun kadar vahim: VOA’nın, 20 Nisan 2021 günkü haberine göre, İran’da evi basılarak gözaltına alınan 86 yaşındaki İlim adamı Mustafa Hüseyin Tabatabai tutuklandı.

Avukatının ısrarlı uyarılarına; yaşlı insanın cezaevinde Corona’ya yakalanacağını söylemesine rağmen tutuklanarak hapse atıldı ve sonuçta Tabatabai Corona’ya yakalanıp hastalandı.

Peki İran bu yaşlı insanı neden hapse atıyor, suçu nedir bu insanın?

Çünkü bu insan, 86 yıllık ömrünü, Şii’liğin eleştirisi ve 

Sünni-Şii ihtilafların bitmesi için harcamış.

Kendisi daha yirmili yaşlarında iken, bir Şii âlimi olan dedesine karşı çıkmış, 12 imam anlayış ve akaidinin hurefa olduğunu kabul ettirmiş.

20 yaşında medreseden içtihat icazetnamesi almış ve medresinin verdiği Hüccetül İslam sıfatını ve ruhani elbisesini giymeyi reddedip Kur’an araştırmalarını bağımsız bir şekilde sürdürmüş. 

Tabatabai daha küçük yaşlardan itibaren İmamiyye taassuplarından arınmış, tevhidi  bir yola girmiş. 

Ayetullahlık müessesinin de din tacirliği olduğu görüşünü savunagelmiş kitaplarında.

Bu  görüşlerinden dolayı  hem Şah Pehlevi, hem de ne acıdır ki, İslam cumhuriyeti döneminde baskı, şiddet, tehdit ve tutuklamalar devam etmiş. 

Tabatabai  Cuma namazının farz olduğuna ve mutlaka kılınması ve ihya edilmesi gerektiğine  inanmış. 

Bu sebeple defalarca bir suçlu gibi evini ve mescidini basıp tutuklanmış, her defasında mahkeme: “Tabatabai’nin eylem ve söylemlerinde suç unsuru yoktur, onun düşünceleri mahkemeleri değil, ulemayı ilgilendir” 

demesine rağmen ve bugün 86 yaşına rağmen baskı ve zulüm sürüyor. 

İşte bunun için diyoruz ki, Üstad Cemil Meriç yerden göğe kadar haklı, tamam, yarayı dağlamak lazım, ama “Yara Kalbimizde”. 


NOT: Yaz bir tarafa, unutma İsrail, ne dünya bu kadar boş, ne de Filistin bu kadar sahipsizdir. 

Fakat her şeyin bir vakti vardır. 

Her vaktin de mutlaka bir Selahaddin’i vardır, mutlaka vardır. 

  

Ferman Karaçam - Haber 7 

 

 

Paylaş