On On Beş
Son günlerde internette en çok tıklanan bu sayılarmış.
On, on beş.
Sebep mi?
Malum, tam da Kılıçdaroğlu’nun Türkiye’yi korkuttuğu tarihte, on ülkenin Ankara büyükelçileri Kavala üzerinden ülkemizi tehdit ettiler.
Bu sebeple günlerdir bu on sayısının kullanımı her ortamda rekor üstüne rekor kırıyormuş.
Bir diğeri de on beş.
On beş sayısı da rekorda.
Bunun sebebi de şu: Milli İstihbarat Teşkilatımıza mensup iki yüz kişilik seçkin bir ekip, bir yıldan beri takip ettikleri Türkiye’de faaliyet gösteren 15 kişilik MOSSAD timini çökertti.
Üçer kişilik beş timden oluşan bu casuslar Türkiye’de okuyan yabancı uyruklu zeki, çalışkan ve özellikle yazılım konusunda yetenekli öğrencileri tespit ederek ülkemizin savunma sanayiinde, hava, kara ve deniz alanında, insansız İHA ve SİHA’larla ilgili bilgileri İsrail istihbaratına vermek ve bugün artık dünyanın en ileri ülkeleri ile boy ölçüşen savunma atılımlarımızı, ihracatımızı baltalamak.
Yani Türkiye’nin can damarlarını kesip, yeniden kendisine muhtaç hale getirmek ve bir İHA için bizi yalvarttırmak; canlı bombalarla, kim vurduya gittilerle, siyasi, sosyal ve teknolojik cinayetlerle ya kırk katır, ya kırk satır noktasına getirip, eski Türkiye’yi geri getirmek, bizi süründürmek.
Daha şurada yakın zamanlara kadar Türkiye’nin istihbaratı kanunen dışarıya yönelik adım atamazdı, varsa yoksa içeride kim laiklik ve Kemalizm’den dışarıya başını çıkarmış, İmam Hatiplerde, Kur’an Kurslarında, derneklerde, vakıflarda, yurtlarda kim kime selam vermiş, hatır sormuş, hangi üniversitede kimin doktorası irtica çemberine takılmış bunların çetelesini
tutuyordu MİT.
Öyle ya canım, ne işi varmış bizim istihbaratımızın Zürih’de?
1983-84 yılları arasında askerlik yaptım.
Amerika, İsrail ve Türkiye istihbaratları hemen her gün Doğu ve Güneydoğu’da operasyon yapar, sabaha doğru beş-altı sularında Diyarbakır orduevine gelir, Şeyh Said’i astıkları söylenen meşhur büyük çınar ağacının dibinde oluşturdukları küçük meyhanedeki buzlu havuzda hazır tutulan viskileri içer, yemeklerini yer, orduevinde yatarlardı.
Kürtler; eşi ve benzerini tarihin görmediği zulümleri işte o 80’li ve 90’lı yıllarda yaşadı.
İnsanlara pislik yedirildiği, evinden bir gece yarısı alınıp kaybedildiği, cezaevinde işkenceden işkenceye maruz bırakıldığı, öldürüldüğü, sakat bırakıldığı o zamanlardır.
Vatandaş Tweette atmış: “ Boşver MİT’in yaptıklarını, sen dolara bak dolara, dolar uçuyor, MİT onu da yakalasın da görelim..! “
Vatandaş dediysem öyle sıradan bir vatandaş değil, bu ülkenin 84 milyonluk nüfusu, bu adamı üniversitede “ Hoca” diye besliyor.
Sadece bir kişi olsa ne gam..!
Sosyal medyada böyle yüzlerce ileti dolaşıyor.
Celladına aşık olma ve bunu kemiklerine, iliklerine sindirip, gelecek nesillerine aktarma, genetikleştirme demek ki böyle bir şey.
Hani, Sevr’in baş aktörü Monsieur Clemenceau,
( Fransız Başbakan mösyö klemanso) ne demişti, antlaşmayı ya da ölüm fermanımızı imzalamaya giden heyetimize :
“ Efendiler! Siz, harbe sebepsiz girdiniz.
Çanakkale’yi yıllarca kapattınız.
Muharebenin dört sene uzamasına, milyonlarca insanın ölümüne sebebiyet verdiniz.
Bundan dolayı, bugün size teklif etmekte olduğumuz antlaşma şartları çok ağırdır.
İçindeki maddeleri asla müzakere ve katiyen münakaşa etmeyeceğiz!
Onların bir kelimesini bile değiştirmeyeceğiz.
O maddeleri toplu halde ve aynen birkaç gün içinde kabul etmenizi istiyoruz.”
Gerçekten de öyle oldu.
Bizimkiler...! padişahın direnmesine rağmen, kabul edip
, o ölüm fermanımızı imzaladılar.
İşte bu ve benzeri Tweetleri atanlar, muhtemelen 101 yıl önce,
10 Ağustos 1920 tarihinde o imzayı, hiç itiraz etmeden atan damat feritlerin genetiğinden geliyor.
Şunu anlamak için bir diplomaya veya bir titre gerek yok: Türkiye’nin son yirmi yılında dolar yüzde yedi artmış, ikinci son yirmi yılında yani, 1982-2002 arasında da yüzde altı yüz artmış.
Elbette yüzde yedide artmasın isteriz fakat bunun telafisi mümkündür, Türkiye ne büyük ekonomik krizler atlattı ki, tüm dünyada vuku bulan Coronanın sebep olduğu ekonomik krizi atlatamasın..?
Türkiye bunun da çaresini bulur, zamanla bunun da üstesinden gelir.
Ama bu aşağılık kompleksini, celladına aşık halini yenmenin, onun üstesinden gelmenin hiçbir ilacı, ne yazık ki yok..!