Yusuf Yazar
O zamanlar Türkiye’de, sadece devletin elinde olan radyolarda ve yine devletin uhdesindeki tek kanallı siyah beyaz televizyonda yarım saat konuşsak, bütün milletin peşimizden koşacağını sandığımız öğrencilik yıllarımda, benim gibi talebe olan birkaç arkadaşımla amatörce bazı dergiler çıkarmıştık, fakat ilk kez 1985 yılı mayıs ayından itibaren tüm Türkiye’ye hitab eden ve profesyonelce çıkarılan bir dergide, muhterem hocam Raşit Küçük Bey’in teşviki ile çalışmaya başlamıştım.
İstanbul Bağlarbaşı’ndaki Marmara İlahiyat Fakültesi’nde Raşit Bey’den aldığım küçük ve içinde ne yazdığını hatırlayamadığım pusulayı Fatih’te o zamanlar eski PTT binasının yerindeki SEHA Neşriyat’ın üçüncü katında, adını ve odasını girişteki bir beyden sorarak öğrendiğim Yusuf Yazar Bey’e verdim.
Çok güzel bir Mayıs ikindisinde, odasında beni karşısına oturtarak, pusulayı okuduktan sonra birkaç soru sordu.
Yazı yazmaya, şiir yazmaya ne zaman başladığımı, hangi dergileri ve hangi kitapları bildiğimi sordu.
Aldığı cevaplardan sonra beni, “Genel Müdürümüz” diyerek Yılmaz Bayat Bey’le tanıştırdı, ardından yarın sabah gelip işe başlayacağımı söyledi.
O sevincimi anlatamam.
Okuma ve yazmayla alakalı bir iş.
Yıllarca hep hayalimde yaşayan bir iş ve dahası, İstanbul’da bir iş.
Elbette on yıldan fazla bir zamandır bekâr olarak İstanbul’a gelir-gider ve onu yakından tanırdım.
İlk kez bu defa “diplomalı” ve evli olarak İstanbul’da çalışmaya başlayacaktım.
Bu, Allah’ın benim için verdiği en büyük lütuftu.
Yusuf Bey, orta boylu, gözlerindeki beyaz fazlalığının simasına ayrı bir güzellik kattığı, benden biraz daha fazla dökük olan saçları ve gözlerinize dikkatle bakarak yavaş yavaş konuşması ile gerçek bir entelektüel olduğunu belli eden, son derece şık giyimli bir beyefendi idi.
Kareli, kısa kollu gömlek üzerine giydiği ön düğmeleri tamamen açık olan yelek, gömleğinin yeşil tonlarına uygun bir renkteydi ve doğrusu kendisine çok yakışmıştı.
Yusuf Yazar’ın okuma ve yazmaya teşvik etme konusundaki maharetini diyebilirim ki, bugüne kadar başka, ender kişilerde rastlamışımdır.
Okumanızı istediği kitabı veya bir dosya yapacaksa ve sizin o dosyaya bir şekilde katkınızı istiyorsa konu ile ilgili kitabı ya da kitapları sessizce masanıza koyar ve ne istediğini mahir ve mütevazı bir eda, sevgi ve muhabbet dolu kelimelere sarılmış incecik bir üslupla söyler ve odanızdan çıkar.
İstediği süre içinde, istediği yazıyı bitirip, getirmeniz konusunda asla taviz vermez ve mazeret dinlemez; bu konudaki disiplini, işinizi ciddiye almanızı sağlar.
Mesela hiç unutamadığım, beni Edirne’ye, Kırkpınar güreşlerine göndermesi hatıram vardır.
Bir gün, tam güneş batmak üzere odama girdi ve “Bugün Kırkpınar’a git, güreşleri izle, üç gün içinde, falanca gün akşamına kadar iki-üç sayfalık bir yazı yaz getir.” dedi, çıkıp gitti.
Yeni evli sayılırdım, çocuklarım daha küçüktü ve ev halkımızın haberi yoktu, üstelik Edirne’ye, Kırkpınar’a daha önce hiç gitmemiştim.
Fakat hiçbir mazeret bildirmeme fırsat vermemişti. Çantamı, fotoğraf makinemi, not defterlerimi, teybimi alıp eve gittim, haber bıraktım, Topkapı’dan biletimi alıp, ertesi sabah güneş doğarken bir kartal gibi pençelerini dağın tepesine geçirmiş Selimiye Camii’nin karşısında gözlerimi açtım, iki gün güreşleri izledim ve buna benzer bir başlık atarak, yazıyı istenen süre içerisinde yetiştirip teslim ettim.
Yazı, o ayki İlim ve Sanat Dergisi’nde yayımlandı.
Yusuf Ağabey hayata, eşyaya, düşünceye, insana ve insanın ürettiği her şeye eleştirel bakan, karşısında kim ve ne olursa olsun, kaybedeceğini de bilse eleştirmekten çekinmeyen, çok özel bir yazı ve düşünce adamıdır.
İnsan yetiştirme ve yönetme konusunda hususi yetenekleri olan biridir.
O dönemde, yani 1980’li yıllarda Kemal Kahraman, Celil Güngör, rahmetli Akif Emre, A. Emre Bilgili, Osman Acun ve daha niceleri onun teşvik ve emekleri ile yazı hayatında başarılı olmuşlardır.
Bir yandan İlim ve Sanat gibi çok önemli bir derginin, diğer yandan yüzbinlerce satan aylık üç derginin daha yayın yönetimlerinden sorumlu olmak, aynı zamanda onlarca insanın eline kalem vererek onları takip etmek, yetiştirmek ne kadar zor olursa olsun, o, bunu başarmıştır ve bu bakımlardan diyebilirim ki Yusuf Yazar düşünme, yazma ve işini en iyi şekilde ortaya koyma konusundaki yetenekleri bakımından bizim camianın gizli kahramanlarından biridir.
Sessiz-sedasızca, yaptığı/yaptırdığı işi mükemmelce ortaya koyup, kendisini saklayan mütevazı bir kişiliktir.
İlim ve Sanat Dergisi onun yayın yönetiminde Cumhuriyet dönemi Türkiye dergiciliğine damgasını vurmuştur.
Derginin yayınından sorumlu olduğum o dönem, Yusuf Yazar’ın gözetim ve denetiminde yaptığım bazı çalışmaları geçen ay KONUŞMALAR KİTABI başlığı ile Okur Yayınları’ndan çıkardım ve bu kitabın şimdiden oldukça beğenildiğini söyleyebilirim.
İlim ve Sanat Dergisi Yusuf Yazar’ın yönetiminde sadece Türkiye’nin entelektüel ve sanatsal üretimini değil, aynı zamanda yurt dışında yaşayan birçok düşünür, yazar, sanatçı ve ilim insanının üretimini de içine alan, yayımlayan kıymetli bir mevkute olmuştur.
Mesela onun, merhum Muhammed Hamidullah Hoca ile Paris-Türkiye arasındaki yazışmalarından bir kısmını hala muhafaza ederim.
Bu sebeple İlim ve Sanat Dergisi yurt dışında; Almanya, Amerika, Fransa ve İngiltere’deki bazı üniversitelerde de takip ediliyordu.
Dergi o dönem için elbette tartışmasız çok büyük bir değer ifade ettiği için böyleydi, fakat ilginç olan ve elbette ilmin ve sanatın zamanla değerini kaybetmeyen özelliğinden dolayı Yusuf Yazar’ın dosya sunum yazılarından sadece Tanzimat’la ilgili olan dosyanın sunumundan bir cümle paylaşırsam ne demek istediğim daha iyi anlaşılır: “....Tekrarında fayda var. Tanzimat, toprak bütünlüğünü ve saltanatı koruma niyetlerinden doğmuş düzenlemeler olarak başlamış ve kısa sürede yabancılaşma yolunu meşrulaştıran, ona itibar kazandıran bir kapı açmıştır. Ve o kapı Abdülhamit Han’ın dirayetine ve siyasetine rağmen kapanamadı. O kapı hala açık. Yine maruz ve muteber olan yabancılaşma yolundaki adımlardır, kurumlardır, kişilerdir...”
Ne dersiniz, sizce de o kapı yıl 2021 iken de hala açık değil mi?
Burada onun hazırladığı, İlim ve Sanat dünyamızın çok başarılı olmuş, dahası yurt dışında birçok üniversitede ilim insanları tarafından takip edilerek takdir görmüş dosyaların sadece isimlerini yazabilsem, yapılan işlerin önemini daha yakından görürsünüz, fakat günlük bir makale çerçevesinde buna imkânımız yok.
Yusuf Yazar, gerek kitap ve dergi çalışmalarındaki titizliği, gerek yöneticiliğindeki sevgi ve disiplini, gerek insan yetiştirmedeki ustalığı ve gerekse beyefendi kişiliği ile Türkiye’nin yetiştirdiği ender şahsiyetlerden biridir.
Uzun yıllarını verdiği İlim ve Sanat Dergisi’nin ilk sayısında yayınlanmış olan Muhammet İkbal’e ait bir yazı ile üzerimde olan haklarını helal etmesini istirham eder, kendisine RABB’IMIZDAN uzun ve hayırlı bir ömür dilerim.
İlim ve Aşk Arasında Konuşma
İLİM
1- Bakışım kâinatın sırrına nüfuz eder. Zaman zaman kendime esirdir.
2- Hilkat benim gözümü bu tarafa açmış; dünyanın öteki tarafı ile ne alakam var!
3- Benim sazımdan yüzlerce terennüm damlar; sırrımı düşünmem, her tarafa yayarım.
AŞK
1- Senin tılsımından denizler alev alev yanıyor, hava ateşler içinde ve zehirli.
2- Eğer bana yar olsaydın nûr olurdun; benden ayrılınca şimdi senin nûrun nârdır.
3- Lâhut âleminin büyük sırrı içinde doğdun, ama ne yazık ki şeytanın tuzağına düştün.
4- Gel de bu fani dünyayı Gülistan döndür, bu ihtiyar dünyayı yeniden gençleştir.
5- Gel, gönlümdeki ıstırabın bir zerresini sen de duy; duy da bu feleğin manasını ebedi bir cennete döndür.
6- Aslında biz yaratılış gününden beri dostuz; bir tek nağmeyi meydana çıkaran mızrabın, bir aşağı-bir yukarı hareketinden başka bir şey değiliz.
Ferman Karaçam - Haber 7