Karantinadan Çıkış
En sonda söyleyeceğimiz sözü başta söyleyelim:
Bizim kültürümüz, dinimiz, medeniyetimiz. Öylesine zengin, evrensel, etkileyici ve insan fıtratına uygun ki, eşi benzeri yok.
Geçenlerde sevdiğim bir akademisyen dostum sosyal medya üzerinden bir video göndermiş ve bir de not düşmüş : “Lütfen bu videoyu geniş bir vaktinde sonuna kadar izle, yurt dışına gittiğim her seferinde benim yaşadığım o ezan ve minare yetimliğini adam ne güzel dile getirmiş göreceksin...”
Videoda kendisiyle röportaj yapılan adamı TRT’nin belgesel kanalından tanıyordum, “Ailenin Yeni Üyesi” adında bir güzel programın tek başrol oyuncusu, adı: Reşat.
Meğer Reşat’ın benim bilemediğim taraflarında ne kadar önemli özellikleri varmış da, haberim olmamış.
Annesi Avustralyalı, Babası Boşnak olan Reşat Strik 1981 Yılında Avustralya’da doğmuş, oradaki tiyatro ve sanat akademisinde oyunculuk eğitimi almış.
Sonra Amerika’da dünyanın en ünlü film yıldızları ile rol arkadaşlığı yapmış, “mutlu olamamış”, Avustralya’ya, Bosna’ya derken sonunda 1914 yılında İstanbul’a gelmiş.
Onlarca dizide, filmde oynamış, çok sayıda kısa ve uzun metrajlı filmlerin yapımına imza atmış.
Bu ünlü oyuncu ve sanat adamı röportajında bilinmedik ve duyulmadık değil, fakat “farkına” varmadığımız açıdan bakınca kayda değer şeyler söylüyor.
Mesela diyor ki: Büyük ve zengin bir medeniyetin ve kültürün mensuplarısınız, fakat farkında değilsiniz.
Evet, öyle, ne yazık ki, öyle. Biz merhum Hayâlî’nin deyişi ile:
“Cihân-ara cihân içindedir ârâyı bilmezler / Ol mâhiler ki, deryâ içredir deryâyı bilmezler."
durumundayız.
Bunca çuval keçiboynuzunu niçin mi çiğnedim?
Efendim Covid-19’un dünyaya teşrifinden itibaren evlerimize kapandık, maskelerimizi taktık, marketlerde yiyecek ve dezenfekte edici sıvı kuyruklarına girdik, salgının bize ne zaman geleceğini kaygı ve korkuyla beklemeye başladık.
Birçok ülkede hastanelerin yoğun bakımları doldu, koridorlarda kıvranan hastalar ve kepçelerle açılan çukurlar...
Panik yaptık, bu şerrin bizi de kuşatacağını düşünerek, çoğumuz neredeyse umudumuzu kaybettik.
Hâlbuki bizim kutlu kitabımız, “Bazen hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlı olur. Kimi zaman da sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için şerli olabilir.
Netice itibariyle neyin hayır ve neyin şer getireceğini sadece Allah bilir, siz bilemezsiniz”. (2/216) diyerek önceden bizi uyarıyordu.
İşte kendisini hep bu kutlu uygarlığın ve kültürün içinde hissederek, duyumsayarak yoğrulmuş bir güzel insan ve aynı üniversiteden mezun olduğumuz için onunla hep gurur duyduğum, sevgili dostum ve kardeşim Necdet Subaşı, karantinaya kapanıp kalınmamasını, bu karantinaya sebep olan şerrin içinden bir hayır çıkacağını öngörerek bir sosyal medya mecrasında “ Karantina Sohbetleri” adında bir sohbet, muhabbet, tartışma ve tanışma platformu oluşturdu.
Bu platform etrafında önce onlarca, sonra yüzlerce şair, ilim insanı, yazar, sanatçı, yönetmen, oyuncu, öğretmen, öğrenci ve daha nice meslekten insan oluştu.
Bu insanlar Türkiye’nin ve dünyanın meselelerini, gündemini, felsefesini, siyasetini, eğitimini, sosyal hayatını, müziğini, ekonomisini, gençliğini konuştu, tartıştı.
Bu programların sayısı yüzü aşınca, programa şu veya bu şekilde katılan insanlardan Necdet Bey moderatör olarak birer yazı yazmalarını ve bunun bir kitap olacağını söyledi.
İşte o sohbet platformunun adıyla bu kitap Mahya Yayıncılıktan çıktı.
“Karantina Sohbetleri” son derece şık bir karton kapak, kitaplarda genellikle rastlanmayan sıra dışı bir en ve boyda, ön kapakta koyu mavi renk üzerine dişi beyaz “comic sans“ ailesinden fontla kitap adı, en altta editör Necdet Subaşı adı-soyadı ve yayınevi adı son derece estetize edilmiş, bu işlerde ustalığı ayan beyan görülen stepajans tarafından ortaya konmuş.
Ayrıca kapağın ortasında her yanı üst üste kitaplarla çevrili bir odada, “karantinaya” mahsur kaldığı her halinden belli olan zavallı bir çağdaşımız genç adam, öne çıkan kirli sakalı ile bilgisayarının içine girercesine boynunu uzatıp, öylece esir alınmış.
Neyse ki beyaz bir kedicik, adamın oturduğu yere kurulup, üst üste konmuş birkaç cilt kitabın üstüne ön ayaklarını uzatarak ve kapağa olan ilgimize biraz tebessüm katarak tablodaki yerini almış.
Baskı, yayına hazırlık, düzenleme, son okuma ve kâğıt, doğrusu son derece mükemmel.
Kitabın arka kapağında karantina sohbetlerinin profilinde kullanılan mini bir logo ve yine koyu mavi üzerine dişi harflerle kitapta yazısı olan şahısların, yazılarını editöre teslim ediş önceliğine göre isimler sıralanmış, katkısı olan herkesi kutluyorum.
Şer görünen karantinadan, hayırlı bir çıkışın somut göstergesi olan kitap için editörümüzden birkaç cümle alarak, şerrin içinden çıkan bu örnek çalışmayı değerli okuyucumuzun dikkatine sunmuş olalım.
Editörümüz şöyle demiş Karantina Sohbetleri için: “...Bu kitapta yer alan metinler 100 programlık bir deneyim süreci üzerine ilgili katılımcıların kaleme aldığı birbirinden bağımsız değerlendirmelerden oluşuyor... Türkiye’nin ve dünyanın belli başlı meselelerini bizi yutmaya azmetmiş bir korku ve telaş organizasyonunun olası hışmından olabildiğince uzaklaşarak konuşmaya azmetmiş bir topluluğun, öteden beri kabul görmüş protokol kurallarından ve hiyerarşik söz akışlarından bağımsız olarak gerçekleştirdiği bu oturumlarda; sorunlar can alıcı yönleriyle ele alınmış, mevcut bilgi ve birikimimizin yeterliği sık sık sorgulanarak mevcut durumun kısıtlayıcı baskısından bu halimizle nasıl azade olabileceğimizin imkân ve ihtimalleri üzerinde uzun soluklu müzakereler gerçekleştirilmiştir...”.
Bitirirken en baştaki sözümün hala sahibiyim: Bizim kültürümüzün, dinimizin ve medeniyetimizin bir benzeri daha görülmemiştir. Öyle ki, kapkara bulutların sürüklediği sıradağlar gibi üzerimize çullanan şerlerin içinden bile, bize, bizi karantinadan azat edip huzura kavuşturacak hayırlar çıkaracağını öğretirler.
Tıpkı, her konuda yüzlerce yetkin ve değerli mütefekkir insanın harmanlandığı bir entelektüel ortamın, bir muhataralı ortamın içinden sıyrılarak çıkması ve mükemmel bir kitapla damgalanması gibi.