Rusya’nın Günah Galerisi

Rusya’nın Günah Galerisi

Kültür Edebiyat

Rusya, dünyanın itirazlarına aldırmadan Ukrayna’yı yakıp yıkarak işgal ediyor.

Gözlerimizin önünde koskoca bir ülke yok ediliyor; şehirler, kasabalar, köyler, binalar füzelerle, bombalarla vurulup yaşanmaz hale getiriliyor.

İnsanlar kendi derdine düşüyor; açlık, susuzluk, soğuk, evsizlik, vatansızlık ve ölen yakınlarının acısıyla yollarda veya soğuk bodrumlarda telef oluyor.

Yakın geçmişte bundan daha beterlerini, viraneye çevrilen şehirleri de gördük; Bağdat, Halep, Kabil, Gazze, Hama, Halepçe, Srebrenitsa, Sana, Trablus, Grozni bu şehirlerden bazıları.

Bu şehirlerde milyonlarca insan öldürüldü, vatansız kalan milyonlarcası da acılarına sarınıp, açlık sınırında yaşayan mülteciler olarak çadırlarda hayata tutunmaya çalışıyor.

Fakat ilginçtir ki Adem oğlu yaralarını sarıyor, binalarını yeniden yapıyor, şehirlerini ayağa kaldırıyor ve bir şekilde hayat devam ediyor.

Dünyaya yeni gelen insanlar, kendilerinden önce yaşananları bir buzlu camın ardından seyreder gibi seyrederek yaşıyorlar.

Şu son iki yüzyılda halkı Müslüman olan ülke ve şehirlerde yaşanan acıları dağlara yükleseniz dayanamaz, yıkılırlardı.

Madem insan yıkılmıyor, her şey geçiyor, şehirler onarılıyor, yaralar sarılıyor, insan yeniden toparlanıp hayatını sürdürüyor, öyle ise olması gereken nedir, Müslüman ne yapmalı?

Üç şeyi yapmalı, şu üç altın kuralı mutlaka hayatına katarak yaşamalı Müslüman:

1- Bölünüp, parçalanıp gücünü kaybetmemeli.

2- Savaşa hazırlık yapmalı, barış masalları ile uyumamalı.

3- Unutkan olmamalı, geçmişteki acıların tekrar yaşanabileceğini aklında tutarak yaşamalı.

Müslümanların bir savaş hafızası olmalı.

Kin ve nefret için değil, unutup aldanmamak için, sürekli hazırlıklı olmak için.

Bugün Ukrayna’yı yakıp yıkan, zayıfın da haklı olabileceğini değil, sadece güçlünün haklı olduğunu(!), gücünü dayatarak ortaya koyan Rusya’nın geçmişte bize neler yaptığını da kabaca bir hatırlayalım.

Hatırlayalım ve kıyamete kadar unutturmayalım.

Müslümanların hepimizin bildiği gibi, birçok yere yayılması tüccarlar vasıtasıyla olmuştur.

Miladi 1100’lü yıllarda Moskova civarına da bu şekilde yerleşip, çevresini İslamla tanıştırmışlardır.

Ardından 1242 yılında kurulan Altınordu Devleti ile Volga Nehri, Kazan ve Ural bölgelerinde sayıları sürekli artan ve bugün de milyonları bulan Başkır ve Tatar müslümanları yaşamaya başlamıştır.

Bu devletin 1502 yılında yıkılması ile birlikte, yani 16. yüzyıldan başlayarak günümüze kadar Rusya’nın müslümanlara yaptığı zulümlerin sonu gelmemiştir.

1552 yılında Ruslar Kazan’ı işgal ederek binlerce müslümanı katlettiler.

Bu sırada, Kazan ve çevresinde bir tek cami veya mescit bırakmamış, müslümanlara ait her şeyi vahşice yok etmişlerdir.

Bu katliamdan sonra Müslümanlar uzun yıllar bir varlık gösterememiş, ibadetlerini de gizli yapmışlardır.

Ne var ki, şiddetini sürdüren Rusya Kırım’ı işgal edince müslümanların nüfusunun bir anda artmış olmasından olmalı, Türkistan ve Kazak bölgelerinde yeni katliamlarını sürdürmüştür.

Ardından Çar kuvvetleri 1859 yılında Kafkasya’ya girmiş ve Kafkas halklarını ezip parçalamıştır, iki milyona yakın Müslümanı da buradan sürgün ederek Kafkaslar’ı Slav ırkına vatan yapmıştır.

Buradan sürgün edilen Müslümanların yarıdan fazlası yollarda telef oldu.

Çar rejimi zulümlerini 1917 Ekim Devrimi’nden sonra SSCB’ye bıraktı.

1943 yılında Stalin 63 binden fazla Karaçay’ı, bir yıl sonra da Balkar Müslümanlarını vagonlara doldurulup sürgün etti, gitmek istemeyenleri kılıçtan geçirdi.

1944 yılında Gürcistan’ın Ahıska bölgesinde yaşayan Müslümanlar dünyanın en dramatik sürgünlerinden birini yaşadılar ve hala ülkelerine dönemediler. Stalin’in bir emri ile gece yarısı hayvan vagonlarına istif edilen 250 bin Ahıska Müslüman’ı, çoğu Sibirya’ya olmak üzere, aileler parça parça edilerek Rusya’nın steplerine sürüldü.

Ayrıca 1944 yılında Kırım Tatarları da Müslüman olmalarının bedelini ödedi.

Stalin, 230 bine yakın Müslümanı birkaç gün içinde Ata-Dede yurdundan koparıp sürgüne gönderdi. Aileleri darmadağın edilerek Orta Asya içlerine sürülen Kırım Tatarı Müslümanlarının yarısına yakını yollarda hayatını kaybetti.

Geriye kalanlar 1980’li yıllarda yurtlarına döndüler, fakat evlerini, topraklarını ve her şeylerini kaybetmiş olarak.

Yine 1944 yılının Şubat ayında, Rusya’nın donduran soğuğunda yaklaşık 500 bin Çeçen ve İnguş yurtlarından koparılarak Sibirya’ya sürüldü.

Bu sürgünde açlık, soğuk, kötü muamele ve salgın hastalıklardan dolayı Çeçen ve onlarla aynı soydan gelen İnguşların sayısı 200 bin dolaylarına kadar düştü.

Çeçenler için Rus zulmü SSCB’nin dağılmasından sonra da devam etti. SSCB dağılınca her cumhuriyet gibi Çeçenler de bağımsızlıklarını ilan ettiler. Ne var ki Rusya, Çeçenlerin bağımsız olmalarından hoşlanmadı ve bir takım bahanelerle Çeçenlere baskılar uyguladı, daha sonra Çeçen milislere karşı Kızıl Ordu bütün güç ve imkanları ile saldırdı.

2000’li yılların başına kadar süren bu saldırılarda toplam 250 bine yakın Çeçen katledildi, on binlerce Çeçen Müslüman da sakat bırakıldı.

Öte yandan 2014 Ukrayna krizi sırasında Rusya, Tatar nüfusu adım adım yok ettiği Kırım’ı tamamen ilhak etti.

Elbette Rusya’nın günah galerisi bunlardan ibaret değil. Bu kanlı galeride, başka bölgelerden de daha milyonlarca Müslüman kanı var.

Demek istediğimiz şudur: Bu savaş da bir gün bitecek, ancak savaşlar hiç bir zaman bitmeyecek. Bunu bilerek, inancımızın bize emrettiği yukarıdaki üç altın kurala uygun yaşamaktır.

Ferman Karaçam

 

YouTube:            www.youtube.com/c/FermanKaraçam

İnstagram:          www.instagram.com/fermankaracam

Facebook:          www.fb.com/karacamferman

Twitter:               www.twitter.com/fermankaracam

Web Sitesi:        www.fermankaracam.com

 

Paylaş