A. Zahid Akman
Erozyon sadece dağda bayırda olmuyor, insan nesli de son yüzyılda ciddi bir erozyona uğradı.
Bu üzücü durum yalnız bizim ülkemizde de değil, çağımızın bir afeti gibi, bütün dünyanın iyi insan sorunu var.
Sahip olduğumuz dostları bir şekilde kaybetmişsek, onların yerine yeni dostlar koymakta zorlanıyoruz.
Dost ve arkadaşlıkların tadı, ahbaplıkların lezzeti, komşulukların gülen yüzü ve sohbetini bulamıyoruz.
En önemlisi de insan olarak üzerimizde tanımlı değerleri taşımakta büyük bir handikap yaşıyoruz günümüzde.
Değer yargılarımızı yaşayıp, onlardan pay alarak insanlığımızı değerli kılmakta büyük bir sorunumuz var.
Değerlerimizden sıyrılınca geriye, insan olarak bizimle birlikte hırsımız, nefsimiz, korkularımız ve yalnızlaşmamız kalıyor.
Bu sebepledir ki, sahip olduğumuz dostları sıkı sıkıya korumak ve onların değerini bilmek çok önemli.
Dostluğunun ve arkadaşlığının kıymeti bilinmesi gereken insanlarımızdan biri de sevgili dostum Aykut Zahid Akman’dır.
Zahid Bey’i 1980’li yıllarda tanıdım.
12 Eylül 1980 darbesi, Türkiye’ye sayılamayacak kadar büyük zararlar verdi.
Bunların içinde matbuat dediğimiz düşünce ve yazı dünyasının olmazsa olmazı olan dergiler önemli bir yer tutar.
Birçok kitap toplatılmış, dergi ve mecmualar da süresiz olarak kapatılmış, yazı işlerinden sorumlu olanlar hapse atılmıştı.
Kenan Evren’in Genelkurmay Başkanı olduğu sırada yapılan bu darbe üç yıl sürmüş, 1983 yılının başlarında sivil hayata geçilmesinin yolu açılmıştı.
6 Kasım 1983’de yapılan genel seçimlerde Turgut Özal’ın başkanlığındaki ANAVATAN Partisi, askeri konseyin açıkça destekleyip oy istediği MDP’ye karşı seçimi kazanmış ve iktidara gelmişti.
Seçimden iki ay kadar önce, 1 Eylül 1983’de askeri darbenin yıkıcı etkilerini hiçe sayarak, cesur bir ses olarak yayın hayatına başlayan aylık İslam Mecmuası’nın yönetim kadrosunda ilk sayıdan itibaren M. Zahid Akman adını görürüz.
İslam Mecmuası’nın ve ardından gelecek olan İlim ve Sanat, Kadın ve Aile, Gülçocuk gibi dergilerin çıkarılmasını hayatta iken teşvik eden Mehmet Zahid Kotku Hocaefendi’nin bu mecmuada ‘M.Z.K’ imzası ile Cuma sohbetlerini, merhum şehit Mahmut Esat Coşan Hocaefendi’nin Halil Necatioğlu imzası ile başyazılarını, Raşit Küçük Bey’in sünnet hakkında yazılarını ve merhum Süleyman Arif Emre’nin de şiirlerini görüyoruz.
Bu yayınları, askeri darbe ile adeta çölleşmiş olan Türkiye’nin yayın dünyasına ilk cansuyu olarak düşünmek hiç de abartılı olmayacaktır.
Bu önemli hizmetlerin içinde ismi ilk sıralarda yer alan Zahid Akman’ı, İlim ve Sanat Dergisi’nin yayınlarından sorumlu olarak işe başladığım 1985 yılında tanıdım.
İlk zamanlar İslam Mecmuası Ankara’da Emel Matbaası’nda basılıyordu, daha sonraları İstanbul Topkapı’da, MİLSAN’da basılmaya başladı.
Zahid Bey de aylık baskıların bazılarında İstanbul’a geliyor, yardımlaşarak baskıyı gerçekleştiriyorduk.
O baskılardan birini hiç unutamam: İslam Dergisi, yayınlanmasından sonra aradan geçen üç yıl içinde inanılması güç olan bir mesafe almış, tirajı yüz binlere dayanmıştı.
Bu sebeple, baskısı da uzun zaman alıyordu.
Dergi, 1986 yılında 80-90 bin net satışlara ulaşmıştı.
Aralık sayısının baskısı için Ankara’dan Zahid Akman gelmişti, İstanbul’dan da ben katıldım.
Öğleden biraz sonra, o zamanın baskı formları olan ozalitleri matbaaya götürdük, ikindi sularında baskı başladı.
Türkiye’de yeni sayılan baskı makinesinin sihirli sesiyle birlikte sayfa-sayfa, forma-forma baskılara baktıkça zamanı, yeme-içmeyi ve uyumayı unutmuştuk.
O geceyi ayakta sabahladık.
Ertesi gün baskı hala devam ederken ustabaşı geldi.
Halimizi görünce, “Yahu siz uyumadınız mı bu gece?” dedi.
İkimiz de birbirimize baktık.
Gerçekten de uyumamıştık, fakat o müthiş heyecandan olacak ki, uyku da bize yaklaşmamıştı.
O gencecik 25-30’lu yaşlarımızda, yüz bin tirajlı bir derginin baskısını yapmak, o yaştaki hangi gencin aklına uyku getirirdi ki?
Ayrıca, o formadan öbür formaya baskı kalitesini takip ederken nasıl uyuyabilirdik ki?
Kuşluk vakti baskı bitti.
Yanlış hatırlamıyorsan 120-130 bin civarında bastık.
Fakat satış ve abone sayısının toplamını net hatırlıyorum: İslam Mecmuası, 1986 yılının Aralık ayında 110 bin net satmıştır.
Zahid Akman, o gün bugündür giderek daha yakından tanıdığım, sevdiğim, işini severek yapan, dost canlısı, güzel bir insandır.
Son derece centilmen, beyefendi ve çalışkan bir kişiliktir.
İş hayatında hoşgörü ve fakat aynı zamanda disiplin, ayrıca kumral yüzünden hiç eksik etmediği tebessümü ile birlikte başarılarını sürdüren Akman, Türkiye bürokrasisinde de son derece önemli çalışmalara imza atmıştır.
Mesela 6112 sayılı RTÜK kanunu onun başkanlık döneminde gündeme gelmiş ve çalışılmaya başlanmıştır.
İlk zamanlarını adeta bir gecekondu mafyasının işgaline benzettiğim; İstanbul’daki ulusal, bölgesel ve yerel radyo frekansları onun döneminde düzene girmiştir.
Yine onun döneminde, RTÜK’te ‘Akıllı İşaretler Sembol Sistemi’ olarak sunulan hizmet, televizyon izleme eğilimleri araştırması ve ilköğretim çağı çocuklarının televizyon izleme alışkanlıkları araştırması, televizyon haberleri izleme eğilimleri araştırması, ulusal televizyon kanallarında izleyici temsilciliği müessesi kurulması, RTÜK Çocuk Web Sitesi'nin açılması, karasal sayısal televizyon deneme yayınlarına başlanması gibi uygulamalar faaliyete geçmiştir.
Akman, 2007 yılında düzenlenen geleneksel Türk Dil Bayramı ve Yunus Emre’yi Anma Törenleri kapsamında, Türk Kültürü ve Diline Hizmet Eden Devlet Adamı Ödülü’ne layık görülmüştür.
En önemlisi de, yukarıda söylediğim gibi insan denen akıllı yaratığın giderek erozyona uğrayarak bencilleştiği bir zamanda Zahid Akman gibi dost insanlara ender rastlanıyor.
Ankara İlahiyat’tan mezun olduğu 1984 yılından itibaren başarılı hizmetlere imza atan Zahit Akman, bu hizmetlerine Kanal 7 Medya Grubu’ndaki çalışmaları ile devam ediyor.
Yaşayan tüm değerlerimizde olduğu gibi onu da, onun kocaman yüreğinden taşanları da bir makale sınırları içine sığdırmak gibi bir cürete sahip değiliz, kaldı ki, bu mümkün de değil.
Bitirirken, bundan önceki “gönül dünyamın” dostlarına armağan ettiğim gibi, kendisine de bir şiir armağan edeceğim.
Sevgili dostum, güzel insan Zahid Akman’a hayırlı ve daha daha bereketli bir ömür dileyerek, İstanbul’a olan sevgisinden yola çıkarak bu fakirin ‘Biraz İstanbul’ adlı şiirimi sevgi, dostluk ve muhabbetlerimle hediye ediyorum.
İSTANBUL BİRAZ
Ben gözlerinde yaktım
Bu şehrin
Hasret anıtı yüreğini
Yaktım
Yüzbinlerce şarlatanını
Bu şehrin
Soğuk bir köpüğün bedeninde
İşte bu yüzden azalıyorum
İnce ince
Görmüyor musunuz
Bu yüzden yok saydılar beni
Ruhum daha bendeyken
Oysa ben yaktım
Bu şehrin karanfillerini
Birer birer
Ben tükettim kelimelerini
Tüm kitapların
Bilmiyor musunuz
Elimde mührüm var
Söylenen ve kazılan kirli künyenize
Ve bir daha doğmayacağımızı
Unutmadan
Zillet'le vuruluyoruz erkek erkek
Sonra saçlarında ve yanaklarında
Kanlı barutlar pıhtılaşınca çocuklarımızın
Boyu devrilesi olmalı diyorum
Bir buçuk milyar gövdenin
Şimdi ben bu titreyen ceylanda
Hangi dağı koklayayım
Hira mı, Uhud mu düşmeli aklıma
Yoksa tekmelenirken gövdelerimiz kardeş kardeş
Mil çekip gözlerine yüreğin
Sus mu diyeyim
Evet beni iyi tanıyın
Ben sevgilimin gözlerinde yaktım
Bu şehrin hasret anıtı yüreğini
Yaktım yüzbinlerce gölgesini
Korkmuş ve sinmiş dirilerin
Ve şimdi unutacağım seni
Unutmadan olmuyor sevdiğim
Çatlıyor damarları alnımın
Alnımın ve yüreğimin
Unutmadan olmuyor
Aramıza uçurumları giriyor
Göklerin
Ve gözlerin umut veriyor bakınca hemen
Biraz İstanbul olsam diyorum
Biraz Afganistan
Ve biraz Medine olsam
Sokakları karanfil ve gül kokan
Gözlerin umut veriyor bana
Biraz İstanbul olsam diyorum
Dirilip ayağa kalksam
Biraz İstanbul
Biraz...
Ferman Karaçam